19 Ekim 2024 Cumartesi

Olası İstanbul Depremi ve Bina Güçlendirme: Neden Güçlendirme Çalışmaları Yeterli İlgi Görmüyor?

 İstanbul’un üzerinde yer aldığı aktif fay hatları ve şehirdeki yapı stokunun büyük bir kısmının eski olması, olası bir depremde büyük bir yıkıma ve can kaybına yol açabileceğini göstermektedir. Bu durum, yapıların depreme karşı güçlendirilmesi gerekliliğini doğurmaktadır. Ancak, binaları depreme dayanıklı hale getirecek güçlendirme çalışmaları yeterince ilgi görmemektedir. Bu yazıda, güçlendirme çalışmalarının önemi, olası İstanbul depremi için senaryolar, güçlendirme çalışmalarının avantajları ve neden yaygın olarak tercih edilmediği gibi konuları derinlemesine ele alacağız.


Olası İstanbul Depremi ve Beklentiler


Bilim insanlarının ve yetkili kurumların ortak görüşüne göre, İstanbul’da 7.0 ve üzeri büyüklüğünde bir depremin gerçekleşme olasılığı oldukça yüksek. İstanbul’un büyük bölümü yerleşim açısından riskli bölgelerde yer almakta ve birçok bina depreme dayanıklı olmayan eski yapılar kategorisinde bulunmaktadır.


AFAD’ın ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı araştırmalara göre, olası büyük bir depremde:


Yüzbinlerce bina ağır hasar görebilir veya yıkılabilir.


Milyonlarca insan barınma, sağlık hizmetleri ve altyapı sorunlarıyla karşı karşıya kalabilir.


20.000'den fazla can kaybı yaşanabileceği öngörülmektedir.



Bu senaryolar, İstanbul gibi yoğun nüfuslu ve kritik altyapılara sahip bir şehirde depremin yıkıcı etkilerini net bir şekilde ortaya koymaktadır.


Güçlendirme Çalışmalarının Önemi


Bina güçlendirme çalışmaları, var olan yapıların deprem dayanıklılığını artırmak için yapılan yapısal iyileştirmeleri ifade eder. Güçlendirme, genellikle eski ve riskli yapıların kentsel dönüşüm sürecine girmeden önce daha düşük maliyetle güvenli hale getirilmesini sağlar.


Avantajları:


Maliyet Etkinliği: Güçlendirme, kentsel dönüşüme kıyasla genellikle daha düşük maliyetlidir. Yıkım ve yeniden inşa maliyetleri yerine mevcut binanın güçlendirilmesi, bina sahipleri için daha ekonomik bir çözümdür.


Zamandan Tasarruf: Güçlendirme işlemleri, yeniden inşa sürecine göre daha kısa sürede tamamlanabilir. Özellikle acil risk taşıyan binalarda, hızlı bir şekilde uygulanarak olası yıkımların önüne geçebilir.


Mevcut Yaşam Alanlarının Korunması: Güçlendirme, binaların içinde yaşayan insanların yer değiştirmeden, büyük bir lojistik maliyete girmeden hayatlarına devam etmelerini sağlar.



Neden Güçlendirme Çalışmaları Yeterince İlgi Görmüyor?


Güçlendirme çalışmalarının avantajlarına rağmen, bu süreç genellikle geri planda kalıyor ve beklenen ilgiyi görmüyor. Bu durumun birçok nedeni vardır:


1. Bilinç ve Farkındalık Eksikliği


Toplumun büyük bir kesimi deprem riskini yeterince ciddiye almıyor. Depremler, büyük olaylar sonrasında kısa süreli bir farkındalık yaratıyor, ancak bu farkındalık hızla kayboluyor. Güçlendirme, uzun vadede fayda sağlayan bir işlem olduğu için, günlük yaşamda önemsenmeyebiliyor. Ayrıca, bina güçlendirme süreçleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan bina sahipleri, bu çalışmaları gereksiz ya da ertelenebilir bir masraf olarak görebiliyor.


2. Yatırım Getirisi Algısı


Birçok insan, güçlendirme işlemlerinin maddi bir getiri sağlamadığı düşüncesinde. Örneğin, bir binanın güçlendirilmesi, binanın dış görünümünde herhangi bir değişiklik yapmadığı için yatırımcılar tarafından cazip görülmüyor. Oysa, güçlendirme yapılmış bir bina hem daha güvenli hem de daha değerli olabilir. Ancak bu potansiyel değer artışı, halk arasında yeterince iyi anlaşılmıyor.


3. Maliyet Endişesi


Her ne kadar güçlendirme, kentsel dönüşüme göre daha ekonomik bir çözüm olsa da, birçok bina sahibi güçlendirme maliyetlerinin yüksek olduğuna inanıyor. Özellikle orta gelirli aileler, güçlendirme maliyetlerini karşılamada zorluk yaşayabilir. Ayrıca, finansman desteği eksikliği de bu sürecin yaygınlaşmasını engellemektedir. Güçlendirme için uygun kredi seçenekleri veya devlet teşvikleri yetersiz kalmaktadır.


4. Denetim ve Yasal Düzenlemeler


Türkiye'deki mevcut yasal düzenlemeler, deprem riskine karşı güçlendirme çalışmalarını yeterince teşvik etmemektedir. Mevcut binaların güçlendirilmesi konusunda zorlayıcı yasal düzenlemelerin olmaması, bina sahiplerini bu konuda harekete geçmekten alıkoymaktadır. Ayrıca, güçlendirme çalışmalarının denetimi ve kalitesi konusundaki belirsizlikler de bu sürece olan güveni zedelemektedir.


5. Sosyal ve Psikolojik Engeller


Toplumda "Bize bir şey olmaz" gibi bir güven yanılgısı da sıkça görülmektedir. Deprem olasılığına karşı duyarsızlık, insanların risk almasını kolaylaştırır. Ayrıca, apartman gibi ortak yaşam alanlarında güçlendirme kararı almak, bireyler arasında uzlaşma gerektirir. Ancak çoğu zaman, bina sakinleri maliyet paylaşımında anlaşmazlıklar yaşadıkları için bu tür projelere sıcak bakmamaktadır.


6. Kentsel Dönüşümle Karşılaştırma


Kentsel dönüşüm, binaların tamamen yenilenmesini sağlayarak modern yaşam standartlarına uygun hale getirilmesini vaat eder. Bu nedenle, bina sahipleri güçlendirme yerine kentsel dönüşümü tercih edebilir. Ayrıca, devletin kentsel dönüşüm projelerine sağladığı teşvikler de güçlendirme yerine yıkım ve yeniden inşa süreçlerini daha cazip hale getirebilir.


7. Teknik Zorluklar


Her bina güçlendirilemeyecek durumda olabilir. Özellikle çok eski, ciddi hasar görmüş binalarda güçlendirme teknik olarak mümkün olmayabilir ya da çok maliyetli hale gelebilir. Bu durum da güçlendirme projelerine olan ilgiyi azaltmaktadır.


Sonuç ve Çözüm Önerileri


Olası İstanbul depremi büyük bir felaket potansiyeli taşırken, bina güçlendirme çalışmaları bu riski en aza indirmek için etkili ve ekonomik bir çözümdür. Ancak güçlendirme çalışmalarının yeterince ilgi görmemesi, bilinç eksikliği, maliyet algısı, yasal düzenlemelerin yetersizliği ve toplumsal direniş gibi faktörlere dayanmaktadır. Bu durumu aşmak için:


1. Bilinçlendirme Kampanyaları: Deprem riskine karşı toplumu bilinçlendirecek kampanyalar düzenlenmeli, güçlendirmenin önemi vurgulanmalıdır.



2. Finansman ve Teşvikler: Güçlendirme çalışmaları için devlet destekli finansman ve kredi imkanları artırılmalı, güçlendirme projeleri teşvik edilmelidir.



3. Yasal Düzenlemeler: Güçlendirme çalışmalarını zorunlu kılacak yasal düzenlemeler devreye sokulmalı ve denetimler sıkılaştırılmalıdır.



4. Toplumsal Uzlaşma: Apartman sakinleri arasında güçlendirme projeleri için uzlaşmayı kolaylaştıracak mekanizmalar geliştirilmeli, toplu karar alma süreçleri desteklenmelidir.




Bu adımlar, İstanbul’da olası bir depremin yıkıcı etkilerini azaltmak ve toplumu güvenli yapılarda yaşatmak için kritik öneme sahiptir.



Mevcut Statükoyu Terk Etme Korkusu Üzerine: "The Truman Show"dan İlhamla Bir Analiz

*The Truman Show* filminin son sahnelerinde, Truman gerçek dünyaya adım atmak üzereyken, hayatını kontrol eden yönetmen ona dışarı çıkmaya cesaret edemeyeceğini söyler. Bu sahne, yalnızca film karakteri için değil, toplumdaki birçok birey için de oldukça evrensel bir temayı yansıtır: statükodan çıkma korkusu. Mevcut düzeni terk etme veya mevcut durumu değiştirme konusunda yaşanan tereddüt, birçok insanın yaşamındaki en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkar. Bu makalede, Truman’ın yaşadığı bu ikilemin, statüko ile birey arasındaki ilişkiye dair ne tür çıkarımlar sunduğu üzerinde duracağız.

Statüko: Güvenlik Yanılsaması


Statüko, bireylere belli bir güvenlik hissi sunar. İnsanlar, alıştıkları durumları terk etmekte zorlanırlar çünkü mevcut koşullar, her ne kadar tatmin edici olmasa da, bilinen ve öngörülebilir bir ortam sağlar. Truman’ın filmde yaşadığı dünya, tamamen bir kurgu olmasına rağmen onun için "gerçek"tir. Yıllarca bu sahte dünyada yaşamış, dış dünyayı ise yalnızca bir tehdit olarak algılamıştır. Yönetmenin, Truman’a dışarı çıkamayacağını söylemesi, aslında bireyin içsel korkularını tetikleyen toplumsal bir söylemi yansıtır: "Mevcut durumunu koru, değişim tehlikelidir."


Bu bağlamda, statüko genellikle bir yanılsama sunar. Kişi, mevcut düzenin içinde kalmayı seçtiğinde, kendi kontrolü altında olduğunu zanneder. Ancak gerçekte, bu düzenin kuralları tarafından şekillendirilir ve sınırlanır. Truman’ın dünyası da bir hapishanedir, ancak o bunun farkına varmadan yıllarını geçirir. Yani, statüko kişinin konfor alanıdır ama aynı zamanda onun özgürlüğünü kısıtlayan görünmez bir kafes işlevi görür.

Değişim Korkusu ve Belirsizlik


Truman’ın yaşadığı belirsizlik korkusu, insanların büyük bir kısmının yaşadığı bir duygudur. Değişim her zaman belirsizliği beraberinde getirir ve insanlar genellikle bilmedikleri şeylerden korkarlar. Yeni bir durumla karşılaşmak, alışkanlıklarını bozmak, tanıdık çevreyi terk etmek ve daha önce deneyimlemedikleri bir dünyaya adım atmak, birçok insan için korkutucu olabilir. Truman’ın dış dünyaya çıkma konusundaki tereddüdü, bu korkunun bir yansımasıdır. Yönetmenin ona sürekli olarak dışarıdaki dünyanın tehlikelerle dolu olduğunu söylemesi, bu korkuyu daha da pekiştirir. 


Toplum da bireyleri benzer şekilde yönlendirir. Statükoyu koruyan güçler, değişimin getireceği belirsizliklerden korkulmasını öğütler ve bireyleri mevcut durumu kabullenmeye iter. Bu durum, hem toplumsal normlar hem de bireyin içsel çatışmaları tarafından desteklenir. Belirsizlik korkusu, bireyin özgürleşme arzusunu bastırır ve onu mevcut düzenin bir parçası olarak kalmaya zorlar.

Cesaret ve Özgürleşme


Truman’ın dışarıya adım atması, onun özgürleşme yolundaki en önemli anıdır. Cesaret, burada devreye girer. Mevcut durumu değiştirmek, statükoyu yıkmak, belirsizliklerle yüzleşmek cesaret gerektirir. Truman’ın yönetmene karşı durarak dışarı çıkma kararı alması, bireyin kendi kaderini tayin etme gücüne sahip olduğunu gösterir. Bu sahne, aynı zamanda değişim için gereken cesaretin, kişinin özgürlüğe giden yoldaki en önemli anahtarı olduğunu simgeler.


Cesaret, korkunun yokluğu değildir; aksine korkuya rağmen harekete geçme yetisidir. Truman, korkularıyla yüzleşip bilinmeyene doğru adım atarken, izleyiciye önemli bir mesaj verir: Gerçek özgürlük, statükoyu yıkmak ve belirsizliğe cesaretle adım atmaktan geçer. Her ne kadar mevcut durum güvenli görünse de, insanın gerçek potansiyeline ulaşabilmesi için değişime açık olması ve risk alması gerekir.


*The Truman Show* filminin son sahneleri, statükoyu kabullenmenin ve değişimden kaçınmanın insanın özgürlüğünü nasıl kısıtladığını güçlü bir şekilde yansıtır. Truman’ın dış dünyaya adım atma kararı, bireyin mevcut durumdan çıkma cesaretini bulması gerektiğini ve gerçek özgürlüğün ancak bu şekilde elde edilebileceğini gösterir. Statüko, bir güvenlik yanılsaması sunarken, aslında bireyin potansiyelini sınırlayan bir zincir haline gelebilir. Değişim ise her ne kadar belirsizliklerle dolu olsa da, bireyin özgürleşme ve kendini gerçekleştirme yolunda atması gereken en önemli adımdır.

Peki doğru yönelim nedir?

Doğru Yönelim: Statüko ve Değişim Arasında Denge Kurmak


Doğru yönelim, statüko ve değişim arasında sağlıklı bir denge kurabilmeyi gerektirir. Tam anlamıyla bir yöne doğru ilerlemek için hem mevcut durumun sağladığı avantajları hem de değişimin getirebileceği fırsatları değerlendirebilmek önemlidir. İşte bu süreçte dikkat edilmesi gereken bazı temel noktalar:


1. Statüko ile Barışmak

Statükonun her zaman kötü bir şey olduğu düşünülmemelidir. Mevcut durumun bazı avantajları ve güvenli yanları olabilir. Bu avantajları göz ardı etmemek, kişinin kendini olduğu gibi kabul edebilmesi ve mevcut durumda nelerin işe yaradığını fark etmesiyle mümkündür. Örneğin, birey kendi hayatında veya iş dünyasında statükonun sunduğu stabiliteyi kullanarak başarılı olabilir. Ancak burada kritik olan, bu stabilitenin büyümeyi engellememesidir.


2. Değişime Açık Olmak

Mevcut durumun sınırlarının farkında olmak ve bu sınırları aşmaya istekli olmak gerekir. Değişim, belirsiz ve zorlayıcı olsa da, kişinin gelişimi için vazgeçilmezdir. Truman’ın örneğinde olduğu gibi, değişim her zaman bir özgürleşme ve büyüme fırsatı sunar. Doğru yönelim, bireyin gelişim yolunda kendisine yeni kapılar açabilecek adımları atmaktan çekinmemesidir. Burada kritik olan, körü körüne değil, planlı ve stratejik bir değişim arayışında olmaktır.


3. Risk ve Korkuyu Dengeli Yönetmek

Değişime adım atmak, her zaman bir risk içerir. Ancak bu riskler felaketle sonuçlanacak korkulara dönüşmemelidir. Doğru yönelim, korkuların varlığını kabul etmek ama onları yönetebilmekten geçer. Cesaret, korkusuz olmak değil, korkuya rağmen doğru adımları atabilme yetisidir. Bu nedenle, kişisel ve profesyonel hayatta atılacak adımların riskini değerlendirmek ve bu riskleri dengeleyici stratejiler geliştirmek önemlidir.


4. Esneklik ve Adaptasyon

Değişimin kaçınılmaz olduğu bir dünyada, doğru yönelim sabit bir yol izlemektense esnek olmayı gerektirir. Bireyin veya bir organizasyonun, değişen koşullara hızla adapte olabilmesi, statükonun sunduğu avantajları korurken aynı zamanda gelişimi sürdürebilmesini sağlar. Esneklik, değişimin ve belirsizliğin getirdiği fırsatları kullanma yetisidir.


5. İçsel Güç ve Farkındalık

Bireyin doğru yönelimi bulabilmesi, kendini ve hedeflerini iyi tanımasıyla başlar. Truman’ın hikayesinde olduğu gibi, gerçeklik algısını sorgulamak ve kendi iç dünyasını keşfetmek, bireyin daha bilinçli seçimler yapmasını sağlar. İçsel güç, bireyin ne istediğini, neyi değiştirmek istediğini ve bu değişim yolunda hangi kaynaklara sahip olduğunu fark etmesiyle ortaya çıkar.


6. Uzun Vadeli Perspektif

Statükodan çıkma cesareti, kısa vadeli kazançlar yerine uzun vadeli hedeflere odaklanmayı gerektirir. Doğru yönelim, kısa süreli tatminler yerine kalıcı değerler yaratmayı hedeflemelidir. Bu nedenle, bireyin değişim sürecinde acele etmemesi, ancak hedeflerine ulaşmak için sürekli bir gelişim içinde olması önemlidir.


7. Kendi Potansiyelini Keşfetmek

Doğru yönelim, bireyin kendini tanıması ve potansiyelini fark etmesiyle başlar. Truman, dış dünyaya adım atmadan önce kendi gücünü ve yeteneklerini keşfetmek zorunda kalır. Her birey, içinde büyük bir potansiyele sahiptir, ancak bu potansiyelin ortaya çıkması, statükoyu sorgulayıp kendi sınırlarının ötesine geçmeye cesaret etmesiyle mümkündür.


Denge ve Farkındalık


Doğru yönelim, mevcut durumu bütünüyle reddetmek veya körü körüne bir değişim arayışı içinde olmak değildir. Aksine, mevcut statükoyu anlamak, değişim fırsatlarını değerlendirmek ve cesaretle harekete geçmek arasındaki dengeyi bulmaktır. Bu süreç, bireyin kendi yaşamında ve kariyerinde daha bilinçli, esnek ve stratejik kararlar almasına olanak tanır.

Çemberin Dışında

 2024 yılı sonbaharıydı. Türkiye’de insanlar bir yandan günlük hayatlarını sürdürmeye çalışırken, diğer yandan ekonomik zorluklar, sosyal gerilimler ve belirsizliklerle boğuşuyordu. Herkes, adeta görünmez bir çemberin içinde sıkışıp kalmış gibiydi. Bu çember güvenliydi; tanıdıktı, ama bir o kadar da daraltıcıydı. Yeni bir adım atma, bir şeyleri değiştirme fikri birçok insanı korkutuyordu.


Ahmet, 45 yaşında, İstanbul’da yaşayan sıradan bir vatandaştı. Hayatının büyük bir kısmını aynı mahallede geçirmiş, babasından devraldığı küçük bakkalı işleterek ailesini geçindirmeye çalışıyordu. Her sabah aynı saatte açıyor, akşam aynı saatte kapatıyordu dükkanını. Ev, iş, aile üçgeninde sıkışmıştı. Ne kadar çabalasa da, bu rutinin dışına çıkma düşüncesi bile ona ürkütücü geliyordu. Ahmet, "düzenimi bozarsam her şey dağılır" diye düşünüyordu.


Bir akşam dükkanda televizyonu izlerken, eski bir film yayınlanmaya başladı: Truman Show. Filmdeki karakter Truman, hayatının her anının aslında bir televizyon şovu için kurgulandığını fark ediyor ve etrafındaki yapay dünyadan kaçmaya çalışıyordu. Film ilerledikçe, Truman’ın sahte bir güvenlik içinde yaşadığı hayat, Ahmet’e kendi yaşamını hatırlattı. Evet, onun hayatı kurgulanmış bir şov değildi, ama yine de belli bir kalıbın içine sıkışıp kalmıştı. Kendi çemberini fark etti o anda.


Filmde Truman, bir sahnede büyük bir kapının önünde duruyor ve arkasındaki yönetmen ona bağırıyordu: “Dışarı çıkmaya cesaret edemezsin. Bu dünya senin için daha güvenli. Dışarısı tehlikeli!” Ahmet, bu sözleri içselleştirdi. O da yıllardır bu düzenin dışına çıkmayı göze alamıyordu. Ya işler daha kötü olursa? Ya riske girdiğinde elindekini de kaybederse?


O gece Ahmet'in kafasında bir şeyler değişmeye başladı. "Belki de," diye düşündü, "bu çemberin dışına çıkmak o kadar da kötü değildir." Ama yine de korkusu büyüktü. Dükkanı kapatıp yeni bir iş denemek, farklı bir yola adım atmak, düzenini bozmak… Her biri onu huzursuz ediyordu.


Bir sabah, kahvaltı masasında karısına, Ayşe’ye bu düşüncelerinden bahsetti. Ayşe, sabırlı ve anlayışlı bir kadındı. Ahmet’e baktı ve şunları söyledi: “Belki de dışarı çıkmanın vakti gelmiştir, Ahmet. Bu şekilde devam etmek de seni mutlu etmiyor. Hep aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuç bekleyemeyiz, değil mi?”


Ahmet biraz durdu. Karısının haklı olduğunu biliyordu, ama harekete geçmek zor geliyordu. Dışarıdaki dünya belirsizdi, ama burada, bu çemberin içinde her şey tanıdıktı. “Ya başarısız olursam?” dedi Ahmet.


“Ya başarılı olursan?” diye cevap verdi Ayşe. “Hayatta risk almadan, hiçbir şey değişmez. Belki de şimdi, dışarı adım atma zamanıdır. Çemberin dışına çıkmanın vakti gelmiştir.”


O sabah Ahmet, karısının sözlerini düşünerek işe gitti. Dükkanında her zamanki gibi müşterilerine hizmet ederken, kafasının bir köşesinde sürekli bu düşünceler dönüyordu. Sonra bir müşteri geldi, genç bir adam. Yeni bir iş kurmaya çalışıyordu ve Ahmet’ten destek istedi; bakkalına ürün satmak, işbirliği yapmak istiyordu.


Genç adamla konuşurken Ahmet, bu işbirliğinin ona yepyeni bir kapı aralayabileceğini fark etti. Bu, onun çemberinin dışına adım atma şansıydı. Başta biraz tereddüt etti, ama sonra içinden bir ses yükseldi: "Belki de bu fırsat, hayatımda bir değişiklik yapmam için bir işarettir."


Ahmet, genç adama yardım etmeye karar verdi. Bu, sadece küçük bir adım gibi görünse de, onun için büyük bir anlam taşıyordu. Kendi güvenli çemberinden çıkıyor, yeni bir dünyaya adım atıyordu. Artık rutinin dışına çıkmıştı ve bu yeni adım ona daha fazla cesaret verdi.


Zamanla Ahmet, sadece bakkalını değil, küçük girişimler yaparak mahallede yeni işbirliklerine başladı. Artık hayatını daha aktif ve cesur bir şekilde yönlendiren bir insana dönüşüyordu. Bazen işler yolunda gitmedi, ama her adımda kendine daha fazla güven kazandı. O çemberin dışına çıkmanın ne kadar zor olduğunu biliyordu, ama bir kez çıktıktan sonra geriye dönmek istemiyordu.


Ahmet’in hikayesi, Türkiye’de birçok insanın yaşadığı içsel mücadeleyi anlatıyor. Günlük hayatın içinde sıkışıp kalan, mevcut düzenin dışına çıkmaya cesaret edemeyen insanlar için, çemberin dışına adım atmak korkutucu olabilir. Ancak bir kez cesaret gösterip o kapıdan geçtiğinizde, dünya daha geniş ve özgür bir yer haline gelir. Hayat, belirsizliklerle doludur, ama bu belirsizliklerin içinde fırsatlar da vardır. Cesaret etmek, o fırsatları görmenin ilk adımıdır.

Seçilmişlik Mitinden Evrensel Sisteme: Gezen Projeleri ve Yeni Bir Medeniyet Modeli

 Dünya, uzun süredir bir "seçilmişler" sistematiği üzerinden yönetiliyor. İsrail, kendisini Tanrı’nın seçilmiş kavmi; Amerika is...