13 Şubat 2011 Pazar

7 GÜN BARIŞ/Düzgün Gökhan

 Gezegeninizde 7 gün boyunca dünya barışının konuşulduğunu düşünelim!
Her yerde ve her an konuşulan şey,dünya barışıdır…Tüm dünyada ,eş zamanlı ve her ülkede 7 günlük barış tatili olacak.Hiç kimse çalışmayacak..Dünya tatil olacak!Zorunlu sağlık hizmetleri dışında tüm iş yerleri kapalı olacak.
Hiç düşündünüz mü neler olur ?
Ben bilmiyorum …
Bu sorunun cevabını içimizde kaç kişi verebilir?
Bunun yanıtını hepimiz biliyoruz. bence,”hiç birimiz”dir.

 7 gün boyunca  barıştan dünyaca söz etmeyi bir yana bırakalım  ,hiç birimiz, bunun senede tam gün konuşulunca nelere yol açacağını bilmiyoruz.
Yukarıdaki ilk soruyu “bilmiyoruz”la  karşılamak, yaşam tecrübemizden edindiğimiz gerçekçi yanıttır.
Tecrübelerimiz keşke hayalimizdeki arzular olsaydı…O vakit,hayalimizdekileri geçmişte yaşayarak geçirmiş olacaktık.Belki de düş kurmaya gerek kalmayacaktı,belki düş bile olmayacaktı.
Bütün dünyanın düşsüz olduğunu düşünelim!
Nasıl olur?
Dünya barışı güvenceye kavuşursa, düşe gerek olacağını mı sanıyoruz?Yanılmış olmayalım mı?.
İki bakımdan yanılmış olmayalım.Birincisi,dünya barışına rağmen  , belki de düş  ruhsal süreçteki varlığını sürdürmeyi koruyacaktır;ikinci yanılma olasılığı ise ,dünya barışının hayal etmeyi gerçekten bitirmeyeceğine dair varsayımlarımızdır.
Varsayımlarımızın boşsayımlardan ibaret olmadığına  emin miyiz?
 Bu iki olasılık hakkında güvenilir bilgiye sahip olduğumuz elbette ki,iddia edilemez.Yanılma korkumuz mantıklı olabilir fakat,riskli degildir.Korkularımızı test edebiliriz:Ne kaybederiz?
Şimdiye değin yanılgılarımızdan nasıl kurtulmuştuk?Onlardan sıyrılmayı nasıl başardık?
Biz hep yanılmıştık,yaşam yanılgılarla geçmişti.Üstelik, yanılgıları umut misali kendimiz yaratıyoruz.Sonsuza degin yaşama arzusunu kim güvenceye aldı?Sürdürülmesi bakımından arzu güvencededir peki, gerçekleşmesi sağlandı  mı?
Elbette ki,hayır.Degil mi?.Herkesin hayatı bir ömürlüktür.Ömür denilen yaşamın bir başlangıcı ve sonucu vardır.Sonsuzluk aldanmasına nasıl kapılıyoruz?
 Hepimiz çok zekiyiz ya,hepimiz herkesten çok her şeyi bildiğimizi söylemiyor muyuz?Bunu belli etmesek bile, üstümüze gelindiğinde  dilimizin hışmıyla  sözcükleri bir çırpıda tepeden döküveririz.
Ömürlük hayat için ,dehamızın en üst sınırı ne diyecek?Sonsuza dek yaşamak mı?
Bu durumda ya biz aptalız veya dehamız aptaldır.İkimizden birimiz kandırıyor.Acaba kim kimi kandırıyor?Bunu ögrenelim mi?
Mademki dehamızdır bizi sürükleyen, gelin ona bir tuzak kuralım. Dünya barışını 7 gün boyunca konuşmayı gündemleştirmesi için dehamızı sınayalım.
Sınama ,yanılgıları netleştirir.
Buna hazır mıyız?
Hazır olsaydık mesele kalmazdı.
Peki,neden hazır degiliz?Olacaklara inanmıyoruz degil mi?Veya kimse ciddiye almaz bizi..
Gelin, inanmayalım.İnanmaktan cayalım,güvenelim.Güven somuttan yola çıkar.O somutun kişisi benim,diyebilelim.Ben gerçek degilsem benim dışındaki gerçekleri gerçek diye bana algılatan kimdir?
Gerçeği algılamanın öznesi ben isem ,ben, gerçekten daha gerçekçiyim.Öyle ise buna inanmam gerekmiyor ,güvenmem yeterlidir.Çünkü ben, inanılmasına gerek kalmayacak kadar somutum.Her canlının duyumlama alanında his edilir özgünlüğüm vardır.
Varoluşumu unutmuyorum.Ama utanıyorum,kendimden utanıyorum.
Günlük televizyon ve gazete haberlerinden zevk almıyorum.Ha! unutmadan internet sitelerini de eklemeliyim.Yakın zamanda iletişim olanaklarımıza katılan bu güzelim harikayı yani insan dehasını anmadan geçmek ayıp olacak.
Soyumuz nede yaratıcıymış!
Kulanım kapasitesi ve manevrası hakkında henüz yeterli bilgiye sahip olmadığımız internetle neler yapılmıyor ki?Hele uydular sayesinde insan elinin tüm hücre ayrıntılarının röntgeni nasıl çekildiğini anlattıklarında iftihar etmiştim insanla.İyi ki insanım,demiştim.
Günlük savaş haberlerinin duyurulduğu dünyamızda yaşamak ise, utanç geliyor bana.Hatta, habere ilgi sırf savaş konularıyla sınırlıymışçasına  savaşa ihtiyaç duyan medya sektörünün kışkırtıcılığını görünce dehşete kapılıyorum.Bu durumda,hayvanlardaki,kedi ve köpeklerdeki huzuru görünce,savaşı bilmeyen ve savaşmayan canlıların dinginliğine imreniyorum.
Demek ki ,canlılar aleminde aynı türden olanlar arasında garaz yokmuş.Garaz bağlayan ,kin güden hayvan kendi soyu içinde kabul görür mü?Bilinmez…
Bazen de savaş teknolojisinin ürünleri sergilenir.Televizyonlar ve medya içten katılırcasına haberini verir.Öyleki,bu yenilikler geçmişteki dünya savaşlarında kullanabilmişlik ihtimaliyle rakiplerin pozisyonlarındaki  degişim tartışılır.Geçmiş sanki degiştirilerek  yeniden dizayn edilir.
Anlaşılacağı üzere, insan hayali günün olanaklarıyla geçmişi kendi dünyasında degiştirerek tasarlayabiliyor.Yaşanılanı yaşanmamış varsayıp yaşanılanları yaşanmamış düşünebiliyor.
Ne kadar esnek ve elastik bir makineymişiz.Bir de barışın makinesini icat edebilsek!İstediğimiz kadar savaşabilirdik.Nede olsa ,bir dügmeye basıp,henüz başlamadan savaşı durdurabilirdik.Hatta keyfini çıkarırdık bu eglencenin.
Hem kendimizle oynardık hemde barış makinesiyle.
Hiç kendinizle oynadınız mı?Ne kadar eglenceli olduğunu biliyor musunuz?
Ben sıklıkla oynarım kendimle.Yalnızlığım kendimle oynadığım anlardır.Toplum içindeki rolüme katılmadan oynarım.Bundan ötürü pek neşeli gelmiyor bana.Çünkü ,bu rolü belirleyen ben degilim.Savaş tanrıları adımıza karar kılmış,mecburen katılıyoruz.Ya seyirciyiz yada taraftar.
Seyircilere biçilen rol taraftarlara verilen rolden daha önemlidir.Bundan dolayı çoğunluğu onlar temsil ederler.Onlar ,azınlığa düşseydi savaşlardan gelir sağlanmazdı.Kişi başına düşen savaş geliri ve rantı azalırdı.Miktar bölüşülünce cüzi kalırdı.Cüzi miktar için savaşmaya degmezdi.
Öyleyse, şavaşlar maddiyat için para ve zenginlik için çıkarılıyor.İyi de, olanak sağlamak için insan öldürmeyi aklım almıyor.Çünkü uydulara,internete ,gen mühendisliğine bakınca yaratıcılığın sınır tanımadığına tanık oluyorum.İnsanın kopyasını yapan insan ,para pul için yani daha fazla zenginlik  için savaşın dışında başka seçenekleri yaratamıyor mu?Yaratıcılığını savaşsız zenginlik için kullanamıyor mu?
Öldürmek yaratıcılık mıdır?
Soyumuz ,zor şeyleri nede rahat başarıyor!Demek ki,insanın üstesinden gelemeyeceği zorluk yokmuş.İnsan her türlü zorluğu başarıyor ve başarmıştır.Soyumuz,, güçlüğü nede rahat seviyormuş!
Vay be!
Birde kolayı başarsaydık!
Kolayı neden başarmıyoruz?
7 gün herkes dünya barışını konuşsa ,8. günde yoksulluk kalır mı dünyada?7 gün barışı konuşmak mı kolaydır,yıllarca savaşmak mı?Veya savaşan bir taraf, rakibine”arkadaş ben seninle savaşmıyacam,gidip barışı konuşacam”dese, rakibi ısrarcı  mı olacak ?
Denilecek ki,abartıyorsun,ne savaşı be!Topu topuna birkaç bölgesel savaş ve birkaç ülkede iç savaş var,hepsi bu.Doğrudur.Bu tespite katılıyorum.Peki,bunca seyirciyi nasıl ve ne ile idare ediyorusunuz.Bunu anlamıyorum.Bilmek istiyorum .
Seyircilerin ne ile tatmin edildiklerini bilmek hakkım degil mi?
Bütün ülkelerde savaş olmadığına göre, savaşanlara sesiz kalışları nasıl sağlandı?Bunun sırını kavramak istiyorum.
Bende yıllarca bir savaşın direk veya dolaylı tarafıydım.Seyirci kalmaya vaktim olmadı.Seyirciliği ögrenemedim.Seyirciliği ögrenmemekle iyi mi yapmışım kötü mü yaptım, onu da bilmiyorum.Çünkü çocukluğumdan beri barışın yüzüne ratlamadım.
Diger ülkelerdeki savaşlara seyirci kaldığım söylenebilir…Ama oralardaki savaşları gündemime alacak kadar rahat degildim.Kendi acılarıma gömülmüştüm.Kendi acılarımı kaldırmaya bile yetmiyordum.Oradaki tarafların beni mahzur görmesini ve beni bağışlamalarını diliyorum.
Ülkemizdeki savaş bitince yani acılardan kurtulup nasıl olacağımı ve onlar için ne yapacağımı şimdilik kestiremiyorum.Çünkü acılarım benden uzaklaşmamıştır.
Acı çekenler arasındaki dayanışma mutluluk getirmez.Bunu biliyorum.Böylesi dayanışma,acıyı biribirine bulaştırmaktan başka işe  de yaramaz.
Taraflar arasındaki dayanışma ise, her acıyı çözebilir.Bunun adı barış mıdır veya salt barış mı böyledir?
Dünya barışı olsaydı ,savaşlar çıkabilir miydi?
Bunu net bilmiyoruz.Elimizde yeterli veri yok.Tecrübemiz hiç olmadı.
Bildiğimiz tek şey, savaşlardan dolayı barışın gelmeyi düşünmediğidir.Çünkü o , böylesi yıkıcı ve gürültülü ortamları sevmez.Bazen bir kuytuya çekilip olanları uzaktan seyreder hatta bakmak bile istemez.Kaçar.
Barış huzur düşkünüdür.O,kendisinin ilk var oluş döneminin arifesini  bazen özler.Yani,insan tarihinde savaşların henüz bilinmediği , bir buluş olarak savunulmadığı öldürmezlik  zamanların nostaljisine kapılır. Bir o kadar da ürkerek anımsar.Çünkü, varlığını savaşa borçlu olduğunu bilir.Savaşlara karşı nankörce davranmaması bundandır.Savaştan uzak durarak onun, yaşamını uzatıp adeta vefa borcunu öder.Onu doğuran savaşın kendisidir.
Arife dönemi(insanın savaşa dair henüz hiç şey bilmediği zaman kesiti)tıpkı anne karnındaki gebelik dönemini andırır.Doğduktan sonra(barış) ilk acıyı gören her insan anne karnına dönmeyi özler.Diktatörler öldükten sonra anne karnındaki  vaziyeti alırlar.Arife döneminin sırrı budur. Anne karnı rahat ortam olarak onların bilincinin kuytusunda hayat boyu özlenen ve geri dönülmek istenen en huzurlu mekandır.Öyle bir istek ki,ölüme rağmen diktatörün cesedini anne karnındaki vaziyete büründürür.Dönüş isteği kendini cesette yaşatır!.
İşte, barış ilk acıyla kişinin dünyasına yerleşir.Bu yüzden barış, acıya ve savaşa minnettardır.Anne karnından da korkar.
Anne karnı insan tarihinde her kişi için bir arifedir.Doğmakla savaş veya barışın tarafı seçilir.Hangi taraf seçilirse seçilsin içeriğinde acı mevcuttur.Geri dönüşü tetikleyen ise acısız yaşama istegidir.Kişi ,hayatında bulamadığı ortam olarak gebelik sürecinde tekrar yaşamak ister..
 Hayatın ilk ögretmeni muhalesef acıdır.Kişi karşılaştığı ilk acıya verdiği tepkiye göre yolunu belirler.Kimisi acısını anlar kimi acıdan kaçar.
Acıyı anlayan mutluluğun yoluna saparken, acıdan kaçan ise kaçış biçimine göre ya çilenin esiri olur veya bizzat acının yaratıcısı kesilir.
 Hayat,acı ve mutluluğun karşılaştığı sınırda barınır.Hayatı mutluluğa çeken onu mutlu yaşar,acıya çeken ise çileye gömer.Hayatın durduğu mesafeyi acı belirler(tıpkı ilk karşılaşma gibi).Acısını anlayan ezilmeyi ve ezmeyi tercih etmez.Acısını anlatan onu yaşatır.
Hitler kendi acısını anlatım yolu olarak şiddeti seçti.Acısını anlayamadı.
Hitler’in hayatını okuduğumda dehşete kapılmıştım,ona üzüldüm”Vay be!Acı, insanı neye dönüştürüyormüş”dedim,kendi kendime “demek ki ,acı kişiyi kendisine benzetir” .Bir müddet sonra onu ,acının yaratıcısı yapar.
Birinci dünya savaşı olmasaydı Hitler oluşmazdı.Stalin de.İkisi  zor tarafından yaklaştı ve zoru başardılar.
İnsanları sürüklemek bir yetenektir,kimi şiddetle bunu yapar kimisi sanatla.Hitler, maruz kaldığı dışlanmışlığı kavrasaydı, birinci dünya savaşının acılarını tuvale aktarıp  renklerin diliyle anlatacaktı.Ressam  geçmişiyle Gurines tablosunun yaratıcısı olmazdı.
Kendisine“Bunu siz mi yaptınız bayım”soran Alman subayı “Hayır bunu siz yaptınız”cevabını alır Picasso’dan.Bir ressamın(Hitler’in) subayları  başka bir ressamı dünyaca sürükleyici kılmıştır.İlginç degil mi?
Acı hayatın ögretmeniyse örgencilere kalan onu iyi anlamaktır.Kolayı seven için acının tesiri olmaz.Zoru sevenler onu yaşatır.Picasso kolaycı bir anlatımla çağlar boyu sürükleyici olacaktır.Diktatörler peki?
Picasso kolayın yolunu bildiğinden dolayı    cazibesini halen sürdürür.Kolayın yolunu bulmanın dışında ,dahilerin başka ne mucizesi olabilir ki?
Dahi olmak için kolay düşünmek gerekir,düşünme güçlüğü çekenler mutsuzlar ordusuna katılır.Dahilerin çoğu eceliyle ölmüştür
Dahiliğin yol ayrımını belirleyen dürüstlüktür.Dürüst olmayanlar kurnazlık ve şeytanlıkta yeteneklidir.Böylece, yıkıcı amaçlara odaklanıp yoğunlaşırlar.
Hitler ,karşılaştığı ilk kırılmayı anlamış olsaydı hayatında başka kırılmaları artık yaşamayacaktı.Acısını anlamış biri olarak huzur bulacaktı.Öylelikle mutlu kalacaktı.Benzer şeyler Stalin için de  geçerlidir.Öyleyse savaşları yaratan kişiliklerdir.Savaşlar olmasaydı ,tahrikçileri saydam görme şansı yükselirdi.Böylece kolay düşünecektik.
 Genel bir söylemdir:”Önemli olan zoru başarmaktır,kolayı herkes başarır”.İnsanın söylediği en büyük yalandır bu.İnsan tarihinde bundan daha büyük bir yalan henüz söylenmemiştir.Yalanın tarihi incelenirse, bu sözü sıralama bakımından birinci ve baş sırada kim indirebilir?Bu sözü baş sırada indirebilmek ve bunun üstünde daha büyük bir yalan söylemek için “Bu söz doğrudur”demek gerekir. Bu sözü  başka yalanla başka türlü   geçmek  ve geride bırakmak mümkün degildir.Dilin ve sözün tarihinde geçilmeyen tek yalan budur.
Yalan ,en zor söylenecek sözdür.Öyle degil mi?
Yalanı bilmediğimizi mi sanıyoruz?
Dilin yürekle bağı koptuğundan beri her sözcüğü tetiğe basar gibi savururuz.Bu cümlede”savururuz”kelimesi yerine “savuruyorlar”yüklemini kullanabilirdim.Öylece kendimi daha dürüst göstermeye teşebbüs  edecektim.Dahil olmazdım.Anlayacağınız üzere yalan söylemiş olacaktım.Hayatta karşılaştığımız yalanlara yalanla cevap verme mecburiyetinde kalmak bizi bıktırmadı mı?Yazmak, dürüst kalma şansı verdiği için  tercih ettim.Yanlış anlamayın sadece yazdığım sıralar dürüstüm ,bunun dışında hep yalanla baş başayım.Hiç olmazsa bu satırları dürüstçe yazmak istiyorum.
Hayatında  acıyla  hiç karşılaşmamış insan yalanı bilmez.Ömrünü, acıyla hiç karşılaşmadan tamamlamış kimseleri biliyor musunuz?Tanıdığınız böyle kişiler var mı?Tarihte bu tür bildikleriniz olmuş mu?
Yalanın atası acıdır, desem,aforizmalı düşünmeye meraklı olduğum sanılacaktır.Neye sayarsanız sayın , acı ağacının gövdesinde yalan göverir.
Yüreğimize yakın olsaydık,  yalanları yaşamadan erken fark edecektik.Zorluklarla karşılaşmazdık.
Kişi, acısı kadar hayata yalan söyler.Bu yüzden hayata soru sormaz.Cesaret etmez.Hafızada yalan varsa unutkanlık kaçınılmazdır.Acısını sorgulamayan(anlamayan)insan tehlikelidir.
Hayata soru sorma yürekliliğini gösterenler ,çilenin tanımını da bulabilirler.Bu tanıma göre ,refahın ve huzurun reçetesini eline geçirebilirler.Öylece kendini kandırmaz.kimse.
Kanmayanlar için hayat alabildiğine kolaydır.
Ömründe bir kez bile dünya barışını yaşamamış insan neye yarar?Bu soruyu hayata sormak istiyorum.Ve cevap arıyorum….Belki de hayata ilk sorumdur bu,belki de soru sormaya yeni cesaret ediyorum. Bu konuda yalanım varsa bana kalsın,lütfen!Kendime haksızlığı gögüsleyerek bu hakkımı kullanmak istiyorum.Kendimize sakladığımız yalanlarımız hiç mi yoktu?Onları kime söylüyorduk?
Kolayı ne zaman başardık?
Önemli olan zoru başarmaktı!Hayat ne zaman kolay olmuştu?
Herkesin yaptığı, zoru başarmak degil midir?Kolayı kim başarmıştır.
Savaş çok mu kolaydır?Lütfedip savaşanlara hiç sordunuz mu?
Ben sordum.Hiç biri savaşın güllük gülistan olduğunu anlatmadı.Bunların bir kısmı halen savaşıyor,bazıları ise hayatta degiller.Savaş kurbanı oldular.Kendime sakladığım yalanların içinde  bu deyindiklerim mevcut degildir.
Böyle şeyleri rahatça anlatırız.İnsan böyledir zaten,çevresine rahatça anlatabildikleriyle dürüstlüğünü kotarır;söylemeye zorlandığı şeyleriyse yalana büründürür veya kendine saklar.
İnsan hangi zoru başarmamıştır ki?Öylesine zor bir hedef gösterin ki,insan tarafından başarılmamış olsun?
Ozon tabakasının delinmesi insanın başarısıdır.Doğayı tehlikeye çeviren insandır,aids insanın başarısıdır, bir çırpıda gezegenimizdeki hayatı sonlandıracak teknik icatlar başarılmıştır vs vs…
 En zoru ise savaşmayı başarmaktır.İnsan daha hangi zoru başarsın?Savaşmanın  ötesinde daha zor ve güçlükle gerçekleşecek başka başarı var mıdır?Bunların başarıldığı inkar mı edilecek?Savaştan daha zor olan nedir bu dünyada?Ve insan ne zaman savaşmamıştır?Savaşmadığı zaman aralığı ne kadar uzundur?
 Buyurun !size, başarılmış  zorlukların tarihi…
”İnsanın üstesinden gelemeyeceği hiçbir zorluk yoktur”sözüyle, türümüz halen iftihar eder.
Okun ilk icadından beri, insan zorluklarla uğraşıyor  ve güçlükleri gerçekleştirme deneyimi kolayı başarma deneyimiyle kıyaslanmayacak boyutta fazladır.
 Okun icadıyla sadece hayvanlar avlanmadı,insanla tanışma vesilesi doğdu.İnsan, oktan aldığı cesaretle yeryüzünde rahat dolaşma olanağına kavuştu.Tanımadığı sürü ve gruplarla temas sağladı.Onlarla savaştı.Bu savaşlar sayesinde degişik kabilelerle iletişim kurdu.
  O zaman ,insanlar şimdiki gibi  iç içe geçmemişti.Enternasyonalizm ve entegrasyon gibi hukuki ve gönüllü kaynaşmayı tartışmıyordu.İngilizce gibi dünyada konuşulan ortak dil yoktu.Kimse kimsenin dilinden anlamıyordu.Tercümanlık okulları yoktu.Bundan dolayı hangi grup digerleriyle karşılaşınca ok çekmeye davranırdı.Çünkü onları tanımıyor ve anlamıyordu.Bu başarılar kolay degildi, hepside zor belayla oldu.
 Dünya yüzeyine dağılma ve artık gidilecek ücraların bulunamamasıyla iç içe geçiş gerçekleşti.İnsan başkalarını tanıdı.Dünyaya yayılma tamamlandı.Dilin kabiliyetiyle sosyal bilgi birikti.Bilgi evrenselleşti.
  Bu süre zarfında şiddetin nelere kadir olduğu anlaşıldı.Şiddet tanrısal deger kazandı.İnsan insanı yenmeseydi tanrı yaratmayı düşünemezdi.Güç ve korkuyu halen kendi türünden bekleyecekti.Ne vakit ki,insanın yenilebilinir olduğu yani mağlup olacağı anlaşıldı   , putları vb güç simgelerini yarattı.İlk zafer ve ilk yenilgiyle insan artık insanın gözünde düşmüştür.
 Tanrılar koleksiyonu karıştırılırsa ,içinde sadece ve sadece “yenilgi tanrısı” eksiktir.Bu şunu gösterir,kovalanmanın ve kaçmanın dışında başka savunması bulunmayan o korkak yaratığın zorbalıktan  başka  hayati güç kaynağı yoktur.Türümüz, zorun büyüsünü iyi bellemiştir.Yenilgiyi itibarlı görmüyor.
 İnsan, öldürdüğü hiçbir şeye deger vermez.Hayvanı öldürdüğü günden beri onu horlar.Sonra insan öldürmeyi ögrendi.Kıydığı insanı, hayvandan daha degersiz ve aşağılık görmeye başladı.Kıymakla deger yitimine uğradığını düşünseydi onu sürdürmekten cayardı.
 Tanrıların vasıfları irdelenince, insanın ne tür zorluklar başardığı görülecektir.
Gözümüzün içine baka baka ,insanın zoru başarmadığını iddia etmek ve bu söylemi 21.yüz yıla  taşırmak  yalancı ve inkarcıların huyudur.Can çıkar huy çıkmazmış. Bu huyla şiddet sürdürülüyor.
 Soyumuzun  başarı hanesi şiddetle dolmuştur.Hanede boş yer kalmamıştır.Tarihe  kalmanın (yazılmanın)anlamı kalmamıştır.Çünkü ,doğa öcüye dönüşmüştür.Kimsenin sosyal konumuna,zenginlik kaynağı ve gücüne bakmaksızın yani ayırım yapmadan hepimizi yutabilir.Buda insanın başarısıdır.
 Doğa karşısında kimde dayanma kudreti   vardır?İşte! tehlikenin içinde yaşayacak kadar zorluğa alışıyoruz.Bundan daha büyük cesaret var mıdır?Başarılar cesaretle kazanılır….
Savaş seyircileri de bu güçlüğe tabidir.Onlar çok başarılıdırlar.
Düşünme fobisini saymazsak, insanın çekindiği tehlike hemen hemen bulunmuyor.İnsandan gelen bütün tehlikeler rahatlıkla gögüslenebiliniyor.Çünkü zora alıştık.
Zorluğa öylesine aşina olundu ki,dünya barışı  tehlike görülüyor.Türümüz bunu düşünmekten korkuyor.Düşüncelerden degil,düşünmekten korkuyoruz.Çünkü düşünecegimiz konuların bizi nasıl degiştireceğine emin degiliz.Degişmiş halimizin degişmemiş halimizden farkını kestiremiyoruz.Dünya barışını  karşı düşünme fobimiz vardır.Neler degişir,kim kazanır,ne kaybederiz?Bütün bunları bilmiyoruz.
7 gün, dünya barışına kilitlenmeye ne dersiniz?Buna cesaretiniz var mı?Herkesin buna katılmayacağından korkuyoruz , degil mi?
Haklısınız.Çünkü,dünya barışı tecrübemiz yok….
Bilinci oluşturan salt ögrendiklerimiz degildir,düşündüklerimiz de bilince dönüşüyor.Güncel yaşantımızda dünya barışını kimse ögrenmedi,bunu ögretecek dış dünya gerçekliği mevcut degildir.Çünkü oluşmamış ve hiç olmamıştır,emsal yoktur.Öyle ise bunu ögrenme ve bilme kaynağından mahrumuz.Düşünmekten başka yol kalmıyor.Bu yolu da ,düşünme fobisi tıkamıştır.
 Ne yapacağız?
Türümüze bak hele!dünya barışını ögrenme ve ögretme kaynağından yoksunuz. Böyle dünyaya……… ;içinizde geçenleri noktalı yere doldurmanız için   boşluk  ayırdım.Siz de konuya dahil olun.Nede olsa konumuz dünyacadır.Yalnız başıma barışı sağlayacak degilim.Üstelik, kişisel barış işime  pek yaramaz. İletişim çağındayız,diyor,bazı kolay başarılar.İletişim, yalnız bırakmaz insanı.
 Yıkıcı başarıların gölgesinde kalsa da, yapıcı icatların hayata kattığı yenilik yaşamı kolaylaştırır.Ne var ki,böylesi yenilikler savaş erki tarafından istismar edilmekten nasbini hep almıştır.
 Zorlukları başarma geleneğinin  savaş kültürünü meşrulaştırması  yönetsel mentaliteyi özgünlükle pekiştirmiştir.Püskürtülmesi hayli güç olan bu mentalitenin ,   insan doğasına uygun dönüşümünü  sağlamak ,basitten karmaşığa doğru bir seyir gerektirir.
 Türümüzü çatışmalı ve yıkıcı haklılıklardan kurtarmak için, hayatın sıradan ve basit öykülere  tanık olduğunu  anımsatabiliriz.Tüm mesele bakış açımızla ilgilidir.Nasıl bakarsak öyle görürüz.Görünenlerin etkisini bakışımız belirler.
  Barışla sonuçlanmayan savaş yoktur.Dünya savaşları bile öyle noktalandı.Savaş kademesinde bulunmuş çoğu yetkililer , belli bir yaştan sonra pişmanlık dolusu anılar yazdılar.Bu anıların çoğu satırları ”keşke” içeren, geçmişe  dönük arzular içeriyordu. İnsani olduğu gibi saygınlık uyandırdılar.Bence asıl hazine budur.Bu anılar, insanlığın en zengin hazinesidir.
 Yakın geçmiş incelenirse, önemli kademelerdeki yetkililer bu yolu severek tercih etmiştir.Geleceğe miras bırakmak amacıyla pişmanlıklarını yüreklice dile getirmişlerdir.Çoğu ,katliamlara karışmış veya yönetmiştir.Savaş anılarının miras olmadığı bilinciyle,  savaşa göndermede bulunmaktan kaçınmışlardır.Savaşmazlığı önemsetmeye didinmişler.
Gerçek böyleyken, ilerde pişmanlık duyulacak edimlere bile bile neden teşebbüs ediyoruz?
Soyumuzun üstesinde gelemediği bir gen olabilir mi?.Bile bile hata yapma geni!Bile bile hata yapmak insana özgüdür.
”Eşek, eşek olmasına rağmen bir defa çamura batar”Kürt ata sözündeki çıkarsama, insan için de geçerli olmalıydı.Hayvanlar gibi  hatalarımızdan  keşke ders çıkarsaydık,çamurdan çıkmalıydık.
 Kolektif hafıza acılardan ve yıkımlardan ibarettir.Yılbaşı kutlamaları  ve sönük geçen dünya barış günü dışında ortak sevinç paydası yoktur.Lakin, acı bütün insanlığın hafızasında ortaktır.Kolektif hafıza acının denetimindedir.Her kişi böyle hatırlar.
Bu hafızanın niteliğini belirleyen insan olduğuna göre dünyadan  sevinç ve moral beklenmiyor. Böyle olduğu için yaratıcılıkta erdem aranmıyor.İnsanın iflah olmayacağı kanısı kronik sanılıyor.
Süründüren başarılara rağbet, yarış biçiminde körükleniyor.
Barış yaratıcılık sorunudur.Dünyada her şey üretildi ama,kimse barışı henüz yaratamadı.Ne dehalar gelip geçti,uzaya dair açık ufka sahibiz.Evrenin her yanını ögreneceğimize kuşku duymuyoruz.Bunca beyin, bunca yüreğin kapasitesi  savaş ezberini bozmaya yetmiyor.
Savaş ezberlenmiştir.
Bilim insanları,süründüren başarılara  daha çok rağbet gösteriyor.Günü kurtarmak ve  akla gelen fırsatları kaçırmamak adına, teknik yaratıyı savaş ticaretine peşkeş çekmek yıkıcılığa destek sunar.
Yaratıcılık, sanatta olduğu gibi bilimsel icatlarda  tekil ve şahsi süreçtir. Laboratuvarda veya esin anında ,yalnızlığıyla buluş sancılarını yaşayan bilimci ,toplumsal sorumluluk paydasını yitirebilir.Yaratısının sonuçlarını düşünmekten ziyade ,buluşun yeniliği ve kendisine kazandıracağı rahatlığına kaygısına kapılabilir.
 “Dünyayı ben mi kurtarırım” diyerek, ürettiklerinden nasıl nemalanacağını hesaplayabilir.Böylece, her deha savaş budalalarının ağına düşer.Oysa, savaş egemenleri savaş tekniğini yaratanlar kadar zeki degildir.İşte! zekanın trajedisi!
Kolektif hafızada, insanlık için fedakarlık kayıtlı olmadığından bulunan fırsat kaçırılmak istenmez.Savaş teknolojisine eklenen her yenilik, yeni savaş kararı ve planı demektir.Yeni teknoloji, yenme ve galip gelme inancını pekiştirir.
 Teknik bilimdeki dehaların çoğu politik budalaların tuzağına düşmüştür.Zekanın hazin öyküsü böyledir.1800 li yıllardan beri şaha kalkan teknik icatlar düşünülürse , mucitlerine vefa sağlamayan yaratılar kime yaradı?Aylarca gebelik sancılarıyla depreşen kadının,sonradan hayırsız evlat muamalesine maruz kalmasını beddualar bile kurtarmaz.
Vefalı evlat arzulayan her ebeveyn gibi, bilimcilerde vefalı ve sadık yaratı istemelidir. Doğuracağı ürünün sadakatini gebelik sürecinde analiz edebilmelidirler.Çünkü,bilen o dur.Laboratuvar döneminde dünyanın gerçekliğini ve insanlığın kullanım niyeti ve yaklaşımını kavramayan zekanın genetik sorunları vardır.İşi ve  barınacağı evi bulunmayan kadının hamileliği, sağlıklı annelik duygusuna yorumlanamaz.
Kolektif hafızada sevinç ve ortak moral degerleri baskın olsaydı,buluşların yıkıcı sonuçları bu ortaklığa feda edilirdi.Ama ezberin okulu olan acılar,soy güdüsünü öylesine hırpalamış ki, dünyayı kendi buluşlarına feda eden mucitlerle başbaşayız.
En büyük yaratıcılık barışı yaratmaktır.Hiç bir icat, barış kadar insanlığa katkı sunamaz.Bütün dahiler ve 7 miyar insan  için tek zeka testi budur.İnsanlık bu zeka sınavını geçebilir mi?7 gün, dünyaca düşünmek kolektif hafızada yenilik yaratabilir mi?
 Güncel  durumda kendine aptal demeyen zeka ,zeki degildir.
Vefalı evlat misali vefalı ürünler atasını üzmez,sevindirir ve ömür boyu sadık kalır.Barışın sadık olmadığını kim iddia edecek?
 İnsanlık tarihi, kolektif hafızaya evrensel ölçüler ve dinamikler katmadı. Bunda hafıza suçlanamaz.Yaratılmamış ki ,hafıza unutsun.Olmayan şeyi hafıza hatırlamaz,çünkü kayıtlarda mevcut degildir.Ögrenilmemiştir.
Kimse kimse için fedakarlık yapmaz,kimse dünya ile barışmak istemiyor.Ezberciler buna hazır degildir.
Soy güdüsü aşındığı için, uğruna fedakarlık yapılacak(emsal alınacak) insanlık degeri hatırlanmıyor.Bundan ötürü, bilimciler kendi yaratılarının yıkıcı sonuçlarını önceden bilerek pazarlayabiliyor.
Soy güdüsünün pozitif yanına atfen söylenen“tarih boyunca insanlık hiç olmadı”görüşüne katılıyorum.
Bilinç öncesi tarihte atamız henüz insan olmamıştı. Bildik insan vasfından uzaktı.Bilinçten sonraki evrelerde ise, şiddeti içselleştirip buluş gibi kullanmayı tuturdu.
İnsanlık denilen paydanın en asli unsuru, insanın insanı öldürmemesidir( lüks sayılacağı için diger asli unsurları belirtmeden geçeceğiz). Öldürmezlik arife döneminin çok uzak kesitine tekabül eder.Hayvanlar üzerinde sınanan yöntemlerden çıkarılan sonuçlar ,sosyalleşmekle birlikte insana yöneldi.Geçmişinde öldürmezlik bulunan türümüz, bu evreden sonra  insan öldürme tecrübesi edindi.Gittikçe bunu kurumlaştırdı.Uzmanlık alanı olarak askerlik olgusunu pekiştirdi.O vakitten beri öldürmek, büyük kahramanlık ve keramet misali övülüp taktir almıştır.Öldürmek, geçim kaynağı olmuştur Meslek egitimine dönüşmüştür.
 İnsanlık güdüsü her ölümden ağır yara almıştır.Bu yara salt ölenin yakınları ve çevresiyle sınırlı kalmaz.Öldüreni de hırpalamıştır.Ölen ve öldürenlerde insanlık güdüsünün doğal yapısında  yarılma başlamıştır.Bu yarılmada meydana gelen açıklık büyüyerek artmıştır.Taraflar arasındaki bu açıklık şiddetle doldurulmuştur.
Kişinin ömründe ,çocukluktan sonra soy güdüsü aşınmaya uğrar.Kral ve kraliçe sarayında doğsa bile, bu sonuçtan kurtulamaz. Mevcut dünya haberleri ölüm konularına endekslidir.Buna üzülmediğini söyleyen  insanlığını zaten yitirmiştir.Üzülüpte bir şey yapamamak yani yetersizlik  acı eşliğinde içten vurur..Çünkü ,dünya barışına ancak dünyaca yetebiliriz.Kimse tek başına  yetemez.Dolayısıyla , hem üzülenlerde hem üzülmeyenlerde  soy güdüsü mutlaka yaralanır.
İnsan öldürmenin miladıyla güvensizlik kurumlaşmıştır.Güven duygusunu salgılayan soy güdüsüdür.Savaşlar,güvensizliğin tarihini oldukça uzatmıştır.Bu tarihi uzatmaya ihtiyaç var mı?
Güvensizlik, degişik biçimler ve kılıflara bürünüp  serpilmiştir.Yayılmıştır.Öyle ki,insana güvenmemek en büyük tedbir olmuştur.Gerçeğe bakılırsa, insana güvenmemenin bir sürü haklı gerekçesi bulunur.
Bütün mesele, bu güvensizliği aşmaktır.7 günlük barış tatili güven duygusunu onarabilir!
İnsanlık denilen şey güvendir. Doğa ve evrene dair    ögrenilenlerin ,insan bilgisiyle sentezlenmesi bunu sağlar.
İnsanlık güdüsünün etkisi herkeste cılızdır.Bu güdü, tarih boyu kendi ortamını yani huzuru bulamadı,serpilemedi.Kısıtlı haliyle salgıladığı duygunun bilinçle teması, insan faydasını koruyacak yeterlilikte degildir. Bilimciyi, bulduğu yeniliklerin muhasebesini   yapmaktan böylece alıkoyar. Buluşçu, insanlığa sağladığı katkıyı düşünmek yerine, kendisiyle sınırlanmış sevinçle yetinir.Onun için insanlık öncelik degildi,kendisiydi.Oysa, ne yaratılırsa yaratılısın sunumdan itibaren sahibine ait degildir.Kullananların malıdır.
Söz konusu atom bombası,nükler silahlar ise…veya silah sektörüyse ,yaratıcısının(bilimcinin)bilincinden ziyade güdüsünü sorgulamak gerekir.Vicdan,ahlak vb degerler etkili ölçüler degildir.
Bilimci niyetine ,insan öldürmeye yardımcı olmak zor  iş olsa gerek…Türümüzün seçkin kafaları böylesi zorlukları  da pekiştirebiliyormuş!…
İnsan  öldürmek kolay iş mi?
Belalı başarılar mutlu edemez,bela getirir.Hayırsız evladın, anne ve babasını dövmeye benzer. Geçmiş ,belalı başarılarla örülüdür.
Yapıcı yaratıcılık soy güdüsünün doğal yapısıyla bağlantılıdır.Muhtaç olduğumuz budur.
Öyle ise, bu güdüyü huzura kavuşturalım.Barışın güdüsünü besleyip doğallaştıralım.İçimizi(içimizden) sıkıp boğazlamaktan cayalım.Hepimize yazıktır.Tek bir kişinin dünyayla barışmaması herkese zararlıdır.
Barış bir duygudur.Duygu yoksunluğunu telafi etmek için evrensel hafızaya başvurmak yararlıdır.Muhalesef buda  bizde yok .O zaman başka seçenek deneyelim…
Yoksayma yöntemine başvuralım.
Savaşları yok sayalım.Savaşsız yaşama hazır mıyız?.Şu andan itibaren savaşlar  durmuştur.Onları yok görüyoruz.Buna razı mıyız?
Evet mi ,hayır mı?
Vereceğimiz yanıta göre degişim isteğimizi onaylayacağız.Öyle kolay degildir,tarihsel alışkanlıkların terki lazım.Terk edilen çıkarcılığın yerini ne ile dolduracağız?Huyumuz degişecek mi?
Barış dünyanın gündeminden çıkacak.Barış yüzü görmeyeceğiz artık ,onu istemeyeceğiz.Barış savaş çıkarmaz;savaşlar barışı doğurmuştu.Savaşlar bitince barış ,zaruri ihtiyaç olmaz. Ona gerek kalmaz.
Silah sanayi ,orduların durumu,dünya diplomasisi,ekonomik dengeler vs  her şey savaşsızlığa endekslenecek.
Çıkarlarımızı yok sayabilir miyiz?Bu hassas bir konu,bunu yok saymayalım…Kimimiz için  hayati önemde, göze alınmayabilir..
Öldürmeyi yok sayalım.Herkes eceliyle ölecek…Kimse insan tarafından öldürülmeyecek.
 İnsan öldürmenin son bulduğu yeni sayfa açılacak.Dünyanın şimdiye dek göremediğimiz farklı yüzü görünecek bize.Göz alışkanlığımız bozulacak.Kulaklarımızın bu güne degin duymadığı renkli sesler ve sözcükler algılayacağız.Büyük ihtimalle algı eşiğimiz sınır belirlemeyecek.Sınırız algılama düzeyine kavuşabiliriz.Şimdiki algı sınırımızı yok sayarak, öyle olacağını düşünüyorum.Algıda eşik,duvar ve pencere kalkabilir.Belki de, tavansız düşüneceğiz…Selamlaşma kalkabilir.Selamsız tanışmaya hazır mıyız?
Mevcut doktrinleri yok sayalım.Stratejileri de…Bunların tümü savaşa göre hazırlanmıştı.Yok sayma yöntemini yukarıda kullanırken, önce savaşları yok saymıştık.Mevcut hesaplar gözden geçirilecek.Bunların yerine neler hesaplanır?Neler yazılacak?
 Savaşsızlığın bilgi kültürü üzerinde hangi düşünceler ve yeni sanat biçimleri belirecek?Farklılaşacak mıyız  güncelimizden ve güncemizden ?
Bunu kestiremeyiz.Çünkü, bütün boyutlarıyla gerçeğimizi yok sayamayız.Bilincimiz, bu iyiliği bize sağlamaya müsait degildir.
Bilincimizi yok sayalım!Başarabilir miyiz bunu?Sakın ürkmeyin!Bilinçsiz yaşanmaz deyip,beynin işleyişi biter korkusuna kapılmayın.Bilinç bitince  yaşam bitmez,beyine tehlikesi olmaz.Asıl,beyin işlevini yitirince hayat biter ve ölüm gerçekleşir.Öyleyse bilinci yok saymayı göze alabiliriz.Bilinç yok sayılınca içindekiler de  yok olur.Bilincim öyle sanıyor.Bilincin içinde neler var?
Bilincin bünyesinde günümüzün bilgileri doludur.Günün bilgileri neye yarar?
Günün resmini çizmekten başka karartıcı özelliği var mı?Simsiyah boya kutusunun beyindeki varlığını kime reva görüyoruz?.Üstelik politik ressamcılık,fırçasını  ona bandıra bandıra günün resmini zevkle abartıyor.
 Kabın içindekileri boşaltır misali bilincimizdeki bilgileri bir çöpe  dökebilseydik, yok sayma yöntemi aklımıza gelmezdi.Bu olanaktan yoksunuz!.
Çöpe dökme seçeneği varsayım yönteminin kapsamına girer.Yöntembilim asırlardır varsayımı kullanıyor.İnsanı düze çıkaracak düzeyde hayrı dokunmadı.Yoksaymakla varsayımları yaşanılır  kılabiliriz.
Gerçeği, iki farazi sayımla kıskaca almak belasız başarılara götürebilir.Yoksayım ve varsayım kıskacındaki gerçeklik, degişim ısrarı ve isteklerimiz karşısında pek dayanmaz.Onu gönlümüze göre işleyebiliriz.
Gönlün bilgiye ihtiyaca pek olmaz.Onsuz da yapabilir.Onunla uyumlu bilinçle evreni mutluluğa taşıyabilir.Lakin ,gönlümüzün hizmetinde olmayan bilinç bedenimize düşmandır.Onun hamalı olmayalım.Başka şeyler taşıyalım kafamızda…
Bir kez daha bilinci yok sayalım.Çünkü  yoksayım,alabildiğine kolaylık sağlayan bir yöntemdir.Falan bölgedeki savaş hesaplarının,filan ülkenin silah gücünü düşünüp savaş kazanmanın varsayımından daha etkilidir.Bir damla kan dökmeden bu sayımla,, yıkıcılığa karşı bünyemizdeki yapıcılığı ve çözümleri uyarırız.
Yoksayımın bir nevi uyarıcı etkisi vardır.Bizde mevcut olup habersiz yaşadığımız güdüleri,duygu ve hislerimizi şahlandırır.Örneğin, bu satırları yazdığım şu sırada dünyanın hiç görünmeyen tarafını görüyorum.Her şey çok harika,şahane demek eksik kalır;dünyanın tüm harikalarının bir arada toplandığı anı yaşıyorum.Gördüklerimi buraya aktarmak konumuzu dağıtır diye yazmıyacam.Tümü, bu yöntem sayesindedir.
Bilinci yok sayarak beynin canlılığını öldürmeyiz.İnsanın bünyesinde  bilinçsiz ve hayati köz daha fazladır.Hepsi de uyukluyor.Onları uyandıralım.Örneğin, bebekler de bilinç mi var?Onları canlılığın coşkusuna katan nedir?Güdüler ve duygular mıdır?
Hayat, belirli süre güdülerin ve duyguların sürüklemesiyle geçirilir.Çoğumuz böyle geçirdik çocukluğumuzu.Bilinç durağından sonra onunla karmaşık seyahate koyulduk.O günden beri bilincin denetimindeyiz.Bilinç kirliliğini yaşıyoruz.Güdülerimize ve duygularımıza şans tanımadık.
 Yok saydığımız güncel ilişki,bilgi kültürü,başarı ölçüleri, barış sorunsalı yerine emekleme döneminden itibaren evrensel hafıza geleneğinin öldürmemezlik kültürü ve politikalarıyla büyüyecektik.Politika bile rafa kaldırılmıştı,her şey hayat olacaktı ve hayat gibi yaşanılacaktı.Kim bilir?
 Muhalesef  gerçeklik öyle degildir.Gerçeğin hafızasındaki bilgiler şiddet,belalı başarı,belalı övünç ve iftihar kaynağından ibarettir.
Bu hafızayı degiştirebiliriz.
1967 de aya gidildiği söylenseydi kıyamet kopardı.Yuri Gagarin bir varsayım kahramanı olarak 1968 de uzay korkumuzu yerle bir etti.Evrensel hafızaya ,uzaya dair yüklüce bilgi ekledi.Bu hafızaya milat oldu.Evrene bakış açımızı degiştirdi,onu yeniledi…Bu başlangıçla,  uzay yolculuğu neredeyse  ülkeler arası yolculuktan daha kolay oldu.
Doğa ve evren bilgisi dışında ; evrensel hafızada, insana dair bilgi kayıtları bulunmuyor.Çocukluğumuz öyle farz edilse de, çocuksuluğun politikası yoktur.Çocuksuluğu ömür boyu sürdürecek bilgi kaynağı ve gelenekten yoksunuz.Her şeyden önemlisi evrensel hafızanın öncesi bulunmuyor,numunesi yok.Bunun için insanla ilgili başlangıç yapmamışız.Hiç olmamıştır.Bilgi tarihinde olmayan şey nasıl ögretilecek.Bilmediklerini kim ögretebilmiştir?
 Canlılık tarihi  boyunca evrensel hafızanın ortamı oluşmadı.
7 gün ,bu konuda ögretmenlik yapabilir.Güzel giriş  yaparız,ögretici olur.Böylesi bilginin icadına hepimiz iştirak etmiş oluruz.İnsanlığın dayanışarak ürettiği ilk ortak bilgiye kavuşacağız.  Ortaya çıkan bilgiden yararlanmak için kimseye minnet borcumuz olmaz.Emeğimizle yaratığımız bilgiyi gönlümüze göre tüketiriz.,kim karışabilir?
Fakat, gerçekliğimiz buna müsait degildir.
Evrensel hafızadan mahrumuz.Acil gerekli olan evrensel hafızadır.Bu ihtiyaç, ekmek , sudan ve havadan daha acildir.Elzem olanı yaratamayız mıyız?
Bence  kolaydır.
Yeter ki bilincimizin kulağı duygularımızın sesine açık olsun.
Güdüler ve duygular hata yapmaz.Onların hata yaptığı kanısı, bilincimizin varsayımıdır.Bilinç, öylelikle kendi önemini baskın kılmıştır;kendi ortamını yaratmıştır.Bilincimiz güdü ve duygularımızdan varsayımla uzaklaştırıyorsa, bizde , bilincin tehlikelerini yoksayımla kendimize yaklaştırmayalım.Ya hiç biri yada her ikisi !Varmısınız buna?
Tercihimiz ikisinin uyumlu dayanışmasından yana olsun...7 günde bunun çığırını açabiliriz!
Ciddiye alınmaktan mı korkuyoruz?Bunun da çaresi var..Ciddiye alınmadığım sıralar  şu seçeneği hep denerim:
-Güvensizliği yok sayalım!
“7 Gün”kitabını okuyan herkesin ,topluca onay verdiğini sanalım.Tümünün ikna olup kervana katıldığını düşleyelim?Ortak niyetimizi his edelim.Hangi duygular  resmileşir?Dünyanın resmi duygusu ne olur?Olacakları nasıl tarif edeceğiz?.
 Şimdiki olacaklar o vakit, olanlara dönüşür.Buna katılmayı ister misin?İtirazı olan, John Lennon’un “Düşle”şiirini okusun.Buraya aktarmayacam onu………..(Boşluğa  düşle şiiri yazılmış varsayılsın,olmaz mı?Onca savaş hesapları varsayımla yapılıyor,bir şiirlik  varsayım hakkını   kullanmak ta  bana  düşsün )..İtirazı olan  bulsun okusun.Öylece, “bir bütün olur dünya”.
Bütünün dışında kalmak bir erdem degildir.Kim dünya için ortak çalışırsa, o ortaklığı yaşar.Katkısız davrananın payına az şey düşer.
Başkalarının emeğiyle bir araya toplanmış degerlerden kendine pay çıkarman hakça degildir.Haksızlık ta degildir.Erdemlere güvenmek erdemlilerin hakkıdır.Erdemsizlerin suiistimaline geçit verilmemelidir.Herkes kendi erdemine sahip çıkmalıdır,tıpkı duygularına sahip çıktığı gibi.

“Barış” söylemi altına sinsi savaş planlarını gizleyip, duygulara varana dek sömürenler  hangi zaafımızdan yararlanıyorlar?
Öyleyse ,dünya barışının yükünü  “marjinal enayilerin”omuzundan almanın vakti gelmiştir.Yükü bölüşmekle hafifleyelim.Herkes kendi barşının sorumluluğunu alsın..Buna 7 gününü katsın!
Erdemleri yok sayalım…
Dünyaya  tek taraflı erdemde bulunanlar (Doğası gereği ,erdemler karşılıksızdır) erdemsizlerin   yükünü  taşıdıklarını anlatabilmeldirler.Hiç birimiz erdem enayisi degiliz.Ve barış için kimseye yalvarmayacağız.Ya insanların ölmediği bir savaş çeşidini bulun yada gezegenimizde def olun!
Erdemlerimiz uğruna hayatta kaçırdığımız ve yaşantımızda eksikliğini duyduğumuz çok şeylerimiz oldu. Doğayı kaybetmek üzereyiz,uzay tehditkar olmaya başladı. Erdemli sayılmak adına evrenin düşmanlık yapmasına kim göz yumabilir?Üstelik doğanın erdemi yoktur;ona nasıl davranırsan öyle davranır sana.İnsanın iki yüzlülüğünü henüz kapmadı.
Yoksayım??? Yoksayma yöntemiyle yaşadık.Zamanla,biribirimizi yok saymaya vardı,bu.
Hayatı yaşamak bir onurdur.Bağımsızlık enerjisi olarak bizi coşturan onur,silahların gölgesini sevmez.Onu kullanmayı asla!
Her ülkenin insan hakları evrensel beyannamesine  layıkıyla uyduğunu varsayalım.Kim savaşa ihtiyaç duyar?
Yoksayma yönteminin kişi hak ve özgürlüklerine işlemediğini ve geri teptiğini düşleyelim!
 Yok sayma yöntemini uyduruk ve savsatan ibaret mi görüyorsun?Yok saymanın işe yaramadığını  mı düşünüyorsun?
De git oradan palavracı!Doğduğun günden beri hangi yöntemle yaşıyorsun?
Ölümü yok sayarak yaşamıyor muyuz?Tüm canlıların bilimden önce baş vurduğu yöntem bu degil midir?.Dilden ve sözcüklerden evvel,insanın kullandığı en eski  yöntemdir.Bilim, bu yöntemin yanında dünkü çocuktur.
Sen yoktun ki,var olasın;alt tarafı ,ömürlük bir canlısın.Bu gerçeği inkar ederek,her gün kendinden gizleyerek yaşamıyor musun?Yalancı!...
İnsan yerleşik hayata geçtiğinden beri kendini abartıyor.
Etrafına bak!kaç yıl önceye göre tanıdıklarından hangisi  hayattadır?Onlardan farkını korumak ve aynı akıbete uğrama korkusunu ne ile dindiriyorsun?Yaşamla… degil mi,sahtekar?Ve ölümü göz önüne getirmeden entrika,dolandırıcılık,sahtekarlık ve insafsızlıkla “dünya nimetlerinin”tümüne egemen olmaya uğraşırısın.Dünya tek benim olsun,diyorsun.Bu hırsla,  hangi araç ve teknik gerekiyorsa pervasızlığa bulup buluşturuyorsun.
Dahileri tuzağa düşüren akademik basamaklarla politik ince yollar döşedin.
Gözün  başka insanları görmüyor ,tümünü  malzeme niyetine algılıyorsun.Gaddarlığınla gurur duyup, beceri hanene habire üstünlük ekliyorsun.Zamana ayarlı bir yaratık olduğun aklına gelmez.Yıkıcı dürtülerin dünya zaferine inandırır seni…Öylece ölümü inkar edersin.Hayatın gerçeğini görmüyorsun.Yaptığın,yoksayma degil mi ?
 Eceliyle ölmeyi çok görüyorsunuz insana.Buna bile müsaade etmiyorsunuz.Soyumuzun ölüm karşısındaki çaresizliğini  kontrolünüze aldınız.Onlara çare yaratınız.Ecele kaptırmadan kendiniz öldürüyorsunuz.
Ecelle yarışıyorsunuz.Hayattaki en büyük rakibiniz eceldir.İnsanların akibetini ona kaptırmadıkça,, yaşamınızı sınırsız güvenceye aldığınızı varsayıyorsunuz.
Onların eceline razı olmakla kendi ecelinizi da kabul etmek zorundasınız.Bunu biliyorsunuz.Bu gerçeği kendinizden uzaklaştırmak için öldürmeye sınır koymuyorsunuz.Başkalarını ecele bırakmakla(kaptırmakla) ecele yem olacağınızı sanıyorsunuz.Ömür uzatmak, öldürdüğün insan sayısıyla orantılı degildi.Eline silah alan ömür uzatmaya koyulurdu,yoksa.
 Öldürdükçe ömür uzatacagınızı sanıyorsunuz.Bu,ecelden kaçışın savunma mekanizması degil midir?
Eceli neden yok sayıyorsunuz?
Ecelin rakibi olarak inşa ettiğiniz ölüm sektörünün, hangi personeli ölümsüzlük sertifikasına kavuştu?
Savaşlardan direk veya dolaylı nasibini almayan canlı var mıdır?
En fazla sen nasiplenmişsin!Koptuğun insanlık güdüsünden dolayı  mutluluğun aslını yitirmişsin.Bu kaybını telafi etmek uğruna, dünyanın huzurunu bozarak ölümü gündemden düşürmüyorsun.Böylece rahatlıyorsun.
Siz ,eceli öldüremezsiniz.Ölümü öldürmeye gücünüz yetmez.İnsanı öldürmekle ölümü öldüreceğinizi mi sandınız?
Yaşamı öldürmeye varsınız ancak!…
 Sizin adınıza utanıyorum!
 Utanmadığınızı görünce sizin adınıza ben kendimden utanıyorum.
Tarihe kalmakla,kötülükle de olsa hep anılmayı canlılık bellemişsiniz.Doğa buna izin vermez,onda açılan yarayla herkesin adını silecek kadar öfkelidir.Bütün isimleri ve cisimleri silecek yeterliliktedir.Nerde olsan yakalar?Bütün dünya sana diz çökse de o,itaat etmeyecektir.Onun kitabında itaat yazılmaz.
Peki,haksızlık yapma hakkını neye dayandırıyorsunuz?Hangi hakla haksızlık yapıyorsunuz?
Yedi milyar insan, doğaya haksızlık yapmayı bir hakka çevirirse hayat mı kalır?

İnsansın insanlık suçu işliyorsun.Hangi canlı kendisi olma suçunu işlemiştir,kendisi(insan)olmak insan için suç mudur?
Ölüm sektörünü daha işlevsel kılmak için ekonomiyi, politikayı ,ordu ve diplomasiyi tüm hırsınızla yaşamın aleyhine çevirdiniz.
 Bütün belalı başarılar uğruna, dünyanın  zeka rezervini ve dahilerini tuzağa düşürdünüz.Hepsini bu yöntem sayesinde başardınız.
Hani!Yoksayma yöntemi işe yaramıyordu?
Asıl,bunu söylemek işinize yaramıyor…Yaptığınız haksızlıkları göz göre göre yok saydırıyorsunuz.
Demek ki, yaşantımız yoksaymakla karartılıyor.Oysa, bu yöntemi yapıcı ve yaşatacak başarılar için sınayabiliriz.7 günlük iş gününden gelen karı yok sayalım.Denemeye var mısınız?
Savaş duygu kirliliğine sebep oldu,hepimizin duyguları kirlenmiştir.Çocukluğumuzdaki orijinalitemiz kalmadı,onun aslı bozuldu.Biz eski biz degiliz.Bize tuhaf şeyler oldu.Evrensel hafızayı yaratırsak,  kayıtlarda neşeye rastlayabiliriz.
Bilincin kapanına kıstırılmış güdü ve duygularımızı serbest bırakıp, onları orijinal yaşayabiliriz. Bütün doğallığımızla…Duygu kirliliğinden sıyrılabiliriz.
Deneme yanılma da, yöntem bilimde bir yoldur.
7 gün deneyelim.Hayırlı olmazsa yanıldığımızı  görürüz.Denemeden, yanıldığımızı anlayamayız…
Bu bir iş yatırımı degildir.Risk derecesi sıfır bir sınavdır.Kimse iflasa  uğramayacak.Dünyaca zeka testinden geçeceğiz.Hepsi bu!
Buna ayıracak vaktin  var mı?
Zamanla neden yarışıyorsun?Mutlu olsan,  o  senle yarışacak.Bu hırs ve aç gözlülükle nereye…?
Ölmeyeceğini mi sanıyorusun?.
”Dünya malı dünyada kalır”mış.Bu amaçla gezegenimizi tarumar ettikten sonra, cennetin yolunu kollayabilir misin?Dünyayı cehenneme  çevirirsen  hangi Tanrı  seni cennete alır?
Bunca doyumsuzluk nedendir?Milyarların ve binlere yetecek servetin var.Sana yetmiyor mu?Onları tüketmeye ömrün yeter mi?Ömür satın alabilir misin?Mümkün olsaydı senden öncekiler satın alırdı.Sana zırnık bırakmazdılar.Tarihin ilk zengini sen degilsin ki…
Çocuklarına bırakacağın en tükenmez  miras dünya barışıdır.Bu zenginliği hangi zengin miras bıraktı?
 Tüm zenginler gibi sende geçicisin.Öleceksin!…Bunu yoksaymakla hayatını motive edeceğine ,savaşları yoksayarak moral ve heyecanı varlığından yarat.Yoksayma  senin varlığına yalvarsın,varlığın yoksaymaya kapılmasın.
 Servete katliam katarak servet büyütmek ,adil yaşatmaz.
Diyelim ki,insan ömrü 200 yıla uzadı.İnanmazsın,degil mi?Hemen gerçeğe başvurup nihayetinde ölümlü olduğunu  kendi kendine kabullenirsin.Bir kıyakta varsayımdan gelsin!varsayalım , ömür 500  yıl olmuş!Dünya savaşlarına yaptığın masraflar ,çıkardığın bölgesel çatışmalar,iç kargaşaların maliyetini açıklar mısın?Sanırım,bin yıllık ömrüne yeterlidir.
Taş çatlasa 150 yıl yaşayacaksın.Uzun ömürler dilerim ama,ölüm benim kadar cömert degildir.
Savaşları organize edenler  hep yaşlılardır,neden?
Ölümden kaçmayı çevrene ve dünyaya  neden yansıtıyorsun.İnsanlar arasında ayırım yapmıyor o.Salt sana degil herkese geçerlidir.Ölümden kaçma isteğin  başka ölümlere neden  sebep oluyor?Nasıl ölmeme isteğin varsa, tüm insanların da ölmeme isteği vardır.Herkes bu isteğini öldürmek biçiminde dışa vurursa, yaşayacağını mı sanıyordun?Ölüler, önce seni öldürmüştü.
Demek ki, çok az insan ölüm korkusunu şiddetle dışarıya vurur.Digerleri, hayatın gerçekliğine razıdır.Sende razı ol.7 gün, savaş planları yapma!Göreceksin, insan insana düşman olmazsa ölüm korkusu hayattan çekinir.Etkisiz kalır.Doyumsuzluğunu ve hırsını körükleyen ölüm korkundur.Aksine ,çeyrek mantıkla düşünen, ömürlük ihtiyaçların maliyetini kolayca hesaplar.
 Ölümü hatırlatmakla kimsenin yaşama şevkini kırma niyetinde degilim.Bilakis, hayatın düşmanını teşir etmeye uğraşıyorum.Savaşlar hayatın düşmanıdır.Doğanın ve insanın,evrendeki dengenin düşmanıdır.Savaşanlara degil savaşa düşman olalım!Savaşın  mantığını öldürelim
Sınırsız ömür olunca sınırsız imkanlara ihtiyaç doğabilir.Ömrün sınırsızlık talebini, sınırsız imkan yaratarak karşılayamayız.
Bir ömrün maliyetini savaş karşılayamaz.Öldürmek, ömrün maliyetine güvence olmaz.
Politikanın ibresini ,ömür politikasına ayarlayalım.Bir insanın ömrüne gereken imkanların miktarı ne kadardır?Bir ömür neyi harcar?İnsan ömrüne göre plan yapalım.
İstediğin kadar harca,tüket,dünyanın manevi olanakları artınca masrafların azalır. Fiyat rejimini belirleyecek yeni faktörler devreye girer.Ucuz yaşatırsan ucuz yaşarsın.Borsa endekslerini dalgalandıran üretim midir?Sende biliyorsun ki,manevi kargaşadır iniş çıkışları dalgalandıran.
Şimdiki fiyat rejimleri  savaş mantığının rakamlarıdır.7 gün etkinlikleri tamamlanırsa 8.günde belirleyici olan rejim,ortak zenginliktir.Ortak zenginlikteki kastım,manevi yeterlilik hatta manevi fazlalıktır.Kimsenin gözü malında yok,korkma!8.günde emeğine saygı daha da artacaktır.
Manevi fazlalığı gezegenimiz hiç yaşadı mı?Belki de mutluluktan korkuyoruz,yanlış mı söyledim?Başkalarına zararı olmayan mutluluktan söz ediyorum.Zararsız mutluluğu tarif edebilir miyiz?
Bunu tarif edecek kapasitemiz olsaydı,derdimiz kalmazdı.Bende yırtınmazdım .Çünkü, barışı yaşayarak gelmiştik bu güne.Barış, ihtiyaç olmaktan çıkmıştı.
Yaşamadığımız bilgi neye yarar?
Galiba,barış ihtiyaç olmaktan çıktığı gün, bu soru yanıtlanır .
Ölümden kaçmanın yolu hayattan kaçmaya egilimlidir.Oysa ,eceli, silahsız ve kansız karşılamaya çoğumuzun cesareti vardır.Hayat başladığından beri ölenlerin hiç biri ecele kötülük etmedi.Ölümü  ürkünç hale büründüren acıdır. Acı çekerek yaşamak cesaretimizi kırar.
Mevcut durum utanç sayılmıyorsa utanmazlıktandır.
İstemediklerini yaşama acısı ,kişiyi hem ölüme karşı hem de hayata karşı korkaklaştırır.
Doğduğumuz günden beri hepimiz, istemediklerimizi yaşama acısını çekiyoruz.Bunu biribirimize anlatamadığımız için acımız katlanarak artıyor.İsteksiz yaşıyoruz.Yaşantımız isteklerimizden uzaktır.
İsteklerimizi yaşarsak, ölüm kimin aklına gelir.Mutluluk ölümün beynini yıkar,onu aptallaştırır.Aptalın davranışlarından etkilenmeyiz,ciddiye bile almayız…
 Gerçeklik böyle olsa!
Acının tesirinde ne istediğimizi bilmiyoruz.Beynimizin içi ,dünyadaki kargaşaya benziyor.Ondaki defineyi keşfedemedik henüz.Bu yüzden hep zor olana sürükler.Üstünde bulunduğu bedenden  hıncını öyle çıkarıyor.Çünkü sağlıklı degildir,acısı var.Mide ağrısı yediklerimizin hazmını nasıl güçleştirirse ,göz ağrısıyla baktıklarımızı nasıl fark edemiyorsak ,beyin acısı bizi bizden koparıyor.Acının algı merkezi olarak doğal isteklerimize odaklanmaz.Delilik budur işte!
Varsayılanın ötesinde ,deliliğe salt cinsel bastırılmışlık sebep olmaz.Doyumsuz bırakılan her güdü ve duygu beynin işleyişinde tahribat yaratır.
Merak edince ögrenme güdüsüyle ögreniriz,cinsiyet güdüsü karşılanmadığında strese sürükler,bir gün  uykusuzluk çekince sersemleşiriz,acıkınca en beğenmediğimiz yiyeceği



iştahla yeriz,güvenliğimiz olmayınca korkarız,soy güdüsünü insanca yaşamazken geçmişimiz ve günümüzdeki gibi yıkıcı olan ne varsa yaşarız.
Beyinde en büyük tahribatı,  soy güdüsünü insanca yaşamamak yaratır.Diger güdüler buna bağlı olarak karşılanmamaya uğrar.İnsan güdüsünü kurtarabilseydik,acı ,kaçacak delik arayacaktı.Hiç bir güdü bizi sızlatmazdı.Buna ortam bulmazdı.
 Okun kullanılmasından beri en büyük darbeyi soy güdüsü aldı.Diger güdüler onun ardında sürüklendi,sosyalleşerek degiştiler.Zira tüm güdülerin ve varlığımızın öncülüğünü soy güdüsü üstlenmiştir.Bunu bilmedik.
Öncü güdü ,insan(türdeşlik) güdüsüdür.İt itin etini yemez,derler ya!İt, iti kendinden saydığı içindir.Türdeşlik güdüsü  kendinden saymaya yarar.Kedi kediyi bu güdüyle benimser,aksine fareyle arkadaşlık kurardı…
Aidiyet duygusunu pekiştiren soy güdüsü,ait olduğu türe dair benimseme,koruma , içtenlik ve sorumluluğu diri tutar.
Öyleyse ,insanlık güdüsünü ezilmişlikten kurtarınca dünya huzura kavuşur.Bu güdüyü kurtarmaya 7 gününü ayırabilir misin?Ancak böyle olur.Bu güdünün huyunu bilirim,ayrımsız herkesle kaynaşmayı ister.Yalnızlığı asla sevmez.Bakma, yalnızlığın övüldüğüne!
İnsan güdüsü ayak altı olunca, yalnızlık sığınak oldu.Çünkü güven kalmadı.
Tüm bombalar,nükleer silahlar,teknik cinayetler,kimyasal silahlar bu güdünün başına yağdı,tarumar oldu..İçimizdeki duruşuna bile isyan ediyor.Bizi sevmiyor,bizde onu anlamıyoruz.İtin iti kayırması,kedinin kediyi benimsemesi,yılanın yılana katılması kadar insan insana katılmıyor.Bundan daha büyük facia ne olabilir artık?
Durumumuzu delilikle izah etmek mantıklı mıdır?Karşılaştığımız acıya kim dayanabilir?Hitler bile dayanamadı,intiharı seçti.Bu güdünün isyanıydı ondaki.
Soy güdüsünden kaçış , insanlıktan uzaklaşmakla sınırlanmaz.Resmi akıllık görüşünü meşrulaştırır ve şiddeti mantıklı kılar.Resmi akılılar ideol olur,öykünme onlara doğru kayar.Bu resmiyetle ,akılıyla delinin yeri degiştirilmiştir.Ne delinin gözündeki akıllı akılıdır, nede akılının gözündeki deli delidir.Keşmekeş bir ölçüye tabiiyiz.
Beynimiz mağdurdur.Zar ağlar eylemlerimize…
Dürüstlüğümüze yetebilseydik,yalan söyleyecek kadar yetersiz olmazdık.Gerçeğimizi ve insan güdümüzü anlardık.
Cinsiyet güdüsü azınca ilişkiye gireriz,merak edince ögreniriz,uyku basınca uyuruz,acıkınca yeriz,korkunca güvenlik isteriz,peki!soy güdüsü için ne yapmalıyız?Hiç düşündünüz mü?
Güncel davranış olarak ,deliliğimizi örtpas etmek adına ne kadar şiddet varsa dadanırız.
Bu güdünün eksikliğinden dolayı kimyasal silah,tükenmesine ömrünüzün yetmeyeceği servet birikimi,savaşlar,sevgisizliği yaşıyorsunuz.Hani!mutluydunuz!
 Haklı olmayanlar mutlu olamazlar. Sevinçli olabilirler.Haksızlık mutluluk hormonunu salgılatmaz.Mutluluk ,haklılık hormonudur.Haklılar ve dürüstlerde devinir.Haklılık ve dürüstlük, soy güdüsünün aile ocağıdır.Barış güdüsünden kopanlar, dürüstlüğü unutup haklılığı teperler.
Ya mutluyuz yada deliyiz!hangisiyiz?
Mutluluk ,soy güdüsünün öyküsünde aranmalıdır.Önce can güvenliğimiz olmalıdır,soy güdüsü nazlı kuş misali şiddetten ürker.7 gün mutluluğu arıyalım,tesadüf olur belki,karşılaşırız onunla!Degmez mi?
Acımızı anlarız.Acısını anlayanın acıyla bağı kopar,onu yaşamaz.Acımı anlamaya başlıyorum artık.Fakat ,soy güdümü gönlümce yaşamak istiyorum..Bu güdüm,dünya barışı içinde çocukluğumdan daha çocuksu olacaktır.Buna eminim…Çocuksuluğumun güvencesini istiyorum.Vaz geçilmez isteğimdir bu.Bu yüzden ,barışı kendime çok görmüyorum.Ona layıkım…Ondan daha güzel yaşayacağımı biliyorum.
  Hiçbir kişide insanlık duygusu yüzde yüz bitmez,sıfırlanamaz.Canlı olması, onda rastlanır duygu izlerini gösterir.
 İnsanın acısını çoğumuz hatta hepimiz his ediyoruz.Böyle his edildiğini his ediyorum.Bütün sorun ,ondan kurtulma yol ve yönteminden çıkıyor.Dünyanın ortak acısı herkese sirayet eder.Buna ülke, çevre ve kişisel şikayetlerimiz eklenince içinden çıkılmaz hale bürünüyor.Omuzlardaki acı yükünü bir an boşaltıp hafiflemek isteriz.Yakıcı acelecilikle yıkıcılığa düştüğümüzü pek anlamayız.Yıktıklarımızın acısı katmerleşip bize dönünce, anlarız ki kötü yapmışız.
Kalıbımı basarım ,Hitler’de bile kırıntı da olsa  duyarlılığa rastlamak mümkündü.Kırıntı düzeyindeki insan yanıyla sevgilisinden ayrı düşmek  istemedi,ölümünü ortak yaşamak istedi onunla.Ne var ki,acısından kurtulmanın yolu olarak öldürmeyi ve nihayetinde kendini öldürmeyi çare bildi.
Evrensel hafızada dünya barışı olsaydı, Hitler mi çıkacaktı ?
Hitler’i dünya şartları oluşturdu…Onun gibi birisini yaratığı için insanlık utanmalıydı.Utanmak, caydırıcı bir yöntem olarak yaygınlaşsaydı,Hitler’in önüne set çekilebilirdi.Engellenebilinirdi…
Bu gün olduğu gibi  dünya dengeleri o zamanda karşıtlığa göre mevzileşmişti. Karşıtlık felsefesi ve düşünceleri  ortalığı kasıp kavuruyordu .Geriye askeri stratejiler kalmıştı,onun hazırlıkları tamamlanınca karşıtlar arasında gösteriş başladı.Herkes karşısındaki karşıtı bahane ederek mazeret  buluyordu.Öylece kolay aklanmanın mantığına büründüler.Karşıtlığı büyük avantaj ve fırsat sandılar.Karşıtlar curcunası yürürlükteyken ,karşıtlık gereği kim ne kadar gadarsa amacına ulaşacaktı. Öyle davrandılar…
 Bir sürü karşıt var,her biri, bir karşıtı bahane eder.Karşıtlık terk edilmeyinceye dek savaşların besin kaynağı tükenir mi?.
Acılarımızı başka acılar yaratmadan, daha kolay yol ve yöntemle çözemez miyiz?
Kolay yolu bulmadığımızdan dolayı kendimizden özür dilemeliyiz.Giderek çevremizden ve dünyadan özür dileyelim.Hepimiz, çileyi çekecek kadar kendimize saygımızı yitirdik.Duyarlılığımızı aktarmamak kendimize saygısızlıktandır.
 Konsensüslerle karşıtlığı aşmak olası degildir.Bu seçenek daha ziyade ikiyüzlülüğe yarar.Uluslararası politikada iki şey  paralel dillendirilir.”Ulusal çıkarlar ve dünya barışına katkı” söylemi, ayrılmaz ikilidir.
“Dünya barışana katkı” diplomatik modadır.Yaşasaydılar,geçmişteki diktatörlerin çoğu bu modanın işe yardığını anlar ve şiddetin maskesi olarak hep vurgulayacaktılar.Öyle ki,önceliği kaptırmayacaklardı.
“Dünya barışına katkı” işe yarıyor da,barışa yaramıyor.Neden?Dünya bunu söyleyenlerin uzağında olduğu için mi?Ülkelerine döndüklerinde dünyayı unutuyorlar mı?Kimin ülkesi dünyanın parçası degildir?Dünya hangi ülkenin ülkesidir?Veya hangi ülkenin ülkesi olabildi?
 Barışa, dünya paydasında vurgu yapanlar  evrensel duyguları ülkesinin payına  hortumlamaya mı uğraşıyor ?
Barış hortumlanıyor mu?Hortomlanmaya müsait midir?O denli savunmasız ve kimsesiz midir?Sahibi  olan şeyin vurgusu aleni istismar edilir mi?
Öncelikle bu dolandırıcılığın teşhir edilmesi gerekir.Sahtekarlığın söylem boyutunu deşifre etmenin kolay yolu vardır.Sözde sahtekarlığın özde sahtekarlığa dönüşünü anlamak için dünyanın resmine bakabiliriz.
Sömürülmeye müsait evrensel degerin insana katkısı olmaz.Her deger kendini korumakla mükelleftir.Savunmasız ve aciz bir degerin degerliliğinden süphe duyulur.Veya onu algılama biçiminde sorun vardır.
Algı biçimi, politik bedeninin çarpık yürüyüşüyle bağlantılıdır.Uluslararası politikanın gövdesi, aksi adımlamayla milim ilerleyemedi.Daha doğrusu,adım nedir bilmez.Adım ögrenilmemiştir.Bir ayağını ulusal çıkar olarak atarken ,digerini ,dünya barışı biçiminde ona karşıt atar.Tersine atılan iki ayak gövdeyi ne ileriye nede geriye çeker,gerer.Aksi davranan iki ayak yürütmez.Harerete döner.
Konumda degişimi görmeyen beyinin sinirleri bozulur.Bu sinir bozukluğuyla eline ne geçerse kullanır.Hayat yürümektir biraz.Yürümediğini anlayan uluslararası politika ,baktığı yere iter kendini.Sosyal tarihin ögretisiyle çıkarlara güdümlenen gözler , diger ayağın karşıt yönünü görmez.
Uluslararası politika sürünüyor
Beden süründükçe politika sürünür,politika süründükçe insan sürünecektir…Zira insanın iki ayağı,iki bacağı adım atmaya ayarlı degildir…Buna hazır degildir.Adım tecrübesinden yoksundur.
Ulusal çıkar ayağı ile dünya barışı ayağı  çelişik  hareket ediyor.İki ayak  biribirinin aleyhine atılıyor.Gövdeyi  aleyhte taşıyan bacaklar  beynin bütünlüğünü sağlamaz.Aksine parçalar.Beynin bir kısmı bedenin arka yönde gitmesine ayarlıyken ,diger bölümü öne doğru şartlanmıştır.Bedenin tüm uzuvları karşıt iki yöne ayrılmıştır.Çünkü,soy güdüsü bölük pörçük olmuştur.İnsan oluşumuzu his edemeyiz.
 Gözler,kulaklar,iki kol,burun ve ağız öne ayarlanmış ulusal çıkarların denetiminde görev yapar.Tek ayaksa barışın hizmetindedir,aksi yönde davrandığı için kulak dışında diger duyumların desteğinden mahrumdur
 Bundan ötürü,  sadece kulaklarımızla  barışı yaşarız…Bize kalan,devletlerin bedeninden müteşekül resmi papağanlara kulak kabartmaktır.Rutin söylemler, algı eşiğimizi aşındırmıştır.Barış söylemi ,bir kulağımızdan girer digerinden çıkar. Beyin onu ağırlamaya(konuklamaya) müsait degildir.Beynin tavanı,kapısı,penceresi bütünlüklü örtüşmemiştir.Harebeye dönüşmüştür.Duvarlar,zemine aykırıdır.Ayakta tutmaya elverişsizdir.
 Gezegenimizin selameti iki ayağın uyumuna bağlıdır.Uyuma ayarlanmış ayaklarla adım atabiliriz.Yürümeyi ögrenebiliriz.Hayat yolunda yürümeyi ögrenemedik henüz.
 İnsan yürümeyi ögrenecek mi?Bu yürüyüşü kim ögretecek?Bize kim ögretmenlik yapacak?
Uluslar , toplumlar ve devletler barış fobisinden  çıkacak mı?Aynı yöne ne zaman bakabileceğiz?Ortak hedef belirlemede kimin desteğini alabiliriz?Hangi uluslar arası kurum bu yeterliliği adaydır?
Birleşmiş Milletler, ortak yön belirlemeye duyarlı olacak mı?Buna gönlü var mıdır?Hangi kurumdan medet bekleyeceğiz?
Gördüğümüz her birey parçalı kişiliktir.Yetiştiği ortam gereği öyle olmak zorundadır.Parçalı kişiliğimizin dışa vurumu olarak bütünlüklü bütünlüklü algılarız.Yani parçalı bakışımızla bütünlüklü insan görürüz.Çünkü karşılıklı olarak karşıtlığa dayanıyouruz.
Karşıtlı bakışla çatlaklarımızı doldurup örtpas ediyoruz.Hafızamız, kandırma ve kanmaya göre oluştu.Yerleşik hayat, karşıtlığın öncülüğünde kurumlaştı.Mantık, karşıtlı sosyalite ile belirlendi.Toplumsal denge öyle sağlanmıştı.
      Sosyal denge, tarih boyunca karşıtlık üzerine kuruldu. Denge bir cismin(nesnenin), bir bitkinin veya insanın yaşamsal istikrarına denk düşer.Dengenin felsefi tanımı,amaca uygun tutarlılıktır.
      Dengesiz bir nesne veya canlının alışılagelmiş doğal uyumu beklenemez. Sosyal varlık olarak insanın toplumsal ve bireysel olarak uyumlu hayata   kavuşması içsel bir dürtü gibidir.
       Doğal dengede irade yoktur. Çünkü ,bilgi biriktirme yeteneğinden yoksundur. Doğal denge dediğimiz olgu, doğa üzerinde bulunan bitki ve canlı türlerinin istikrarıdır. Sosyal denge  ise, insan soyunun tüm canlı ve doğayla uyumudur. Öznesi insan olduğu için iradeye dayalıdır, bu, sosyal birikimin temelini ifade eder.
       İster günden geçmişe doğru gidilsin veya geçmişten güne gelinerek sosyal hayatın tarihçesi irdelensin,   karşıtlık önümüze dikilir. Sosyal denge karşıtlığı bir dayanak yapmıştır, bir payanda gibi karşıtlığa yaslanır.
      Karşıtlığın tarafları ya kabile ya millet veya din ve ideolojiler olmuştur. Karşıtlık, günümüzde yaşamda içselleşerek zihinsel ve eylemsel ürünlerin dinamiklerini oluşturur. Hiç bir şey karşıtsız yapılamamaktadır;öyle ki, karşıtlık sosyal üretimin motivasyonu için ihtiyaç duyulan besin gibidir. Vazgeçilmez içsel bir organ gibi hayati önemdedir.  Karşıtını bulamayan adeta önemini ve varlığını bulamaz .

Herkesin herkesten aldığı dünya, herkesin herkese verdiği dünyaya dönüşebilir mi?
 Her türlü dengenin en temel dayanağı biçimine bürünen karşıtlığın sosyal bünyeden sökülüp atılması  temel bir ihtiyaç maddesinden vazgeçmek anlamına gelecek ki, tüm sorun, ihtiyaç karakterinin niteliksel dönüştürülmesinde kilitlenmiştir. Yani sosyal ihtiyacın nitelik değiştirmesi gerekir. Kısacası, karşıtsız yaşamı temel sosyal gereksinim biçiminde hayata aktarmak gerekir. Barış böyle bir ihtiyaçtır.
İnsanı şiddetle çözme geleneğini terk ederek huzurla çözme sürecine geçeriz.
   Konu gelip karşıtsız yaşam düzenin mümkün olup olmadığı sorunsalına gelir, buda tarihsel bulmacadır. Bulmaca soldan sağa ve yukardan aşağıya dolunca siyah kare olmaksızın çözüm anlamında örtüşecek mi? Anahtar sonuç budur. Bu anahtara ulaşacak çözümlü kişilikler düzeni yaşamda anlamını bulacak mı? Sonuç alıcı amaç budur. Dünyanın huzuru nasıl sağlanacak?
   Yaşantımıza yön veren ve planlayan bulmaca ustaları, 20. yüzyılda siyah kareleri öylesine yaşantımıza ördüler ki, hiç bir çözüm huzur ve mutlululuğa denk gelmedi. İlginç olan 21. yüzyılın karşıtlı beyinlerce planlanmasıdır. Bir devletin herhangi bir bölgede amacına varması için önceden  karşıtını yaratıp  orda  haklılık ve meşruluk bulma mantığı, kamuoyunun kabul dayanaklarını yönlendirmek anlamında önemsenir. Haklılığın  gerekçesini bir karşı saldırıya bağlayıp misilleme meşruluğunu oluşturarak ,çıkar hesaplarına zemin  bulmak tarihsel şartlanmanın niteliğini gösterir.
  Bu kültür üzerinde herhangi bir akademisyen “izafiyet teorisi” gibi felsefi bir akım geliştirse bunu tüm dünyaya yutturması işten degildir. Bunu aşma sorununa gelmeden önce, bu sürece nasıl varıldı? Karşıtlığın tarihçesini irdelemek bizi katıksız ve geçmişinde saf insan özü bulunan türümüzün sosyalite öncesi öyküsüne götürecek ki;günümüzle o dönüm noktası arsındaki dengeyi aktaracaktır. Tam da bu tarihsel dilime göre kişiliği ve zihinsel faaliyeti biçimlenmiş Darvin”in doğal seleksiyon teorisini ele almayı zorunlu kılar. Çünkü kanıksanmış sosyal mentaliteyi haklı çıkaran Darvin, büyük balığın küçük olanı yeme ilkesini bir kader olarak benimsemeyi öngördü.

  Aslında Darvin, karşıtlığa henüz başlamamış veya bulaşmamış dönemin öncesini ve gerekliliğini aktarırken ;o zamanki gerçekliğin sosyalleşme başlamadan önceki türler arası bir durum olduğunu belirtmekle sınırlı kalsaydı 19. ve 20. yüzyıldaki mantık sapmaları erken görülecek ve analiz edilebilecekti.
  Darvinciler geçmişten güne taşırılan bu hatayı fark edemedikleri gibi onu pekiştirecek felsefi, sosyolojik ve ideolojik kurumlarla siyasi iktidarlar inşa etiler.
  Halbuki, insan türünde karşıtlık sosyalleşmekle birlikte içselleşmiştir. Sosyalleşme öncesinde insan türü içinde karşıtlık mevcut olmadığı gibi, buna yabancıdır. Fakat türler arası karşıtlık sürmüştü. Bu doğruyu yadsımak mümkün değildir.
   Toprağa yerleşim gerçekleşirken, klanlar başka klanlarla iletişime geçtikten sonra sermaye; av ve birçok nedenle insan içine sinen bu durum, öyle devam ederek bugüne geldi. İnsan bu durumu, hayvanları gözleyerek onlarla mücadele ederek öğrendi. Bu sınırda, insanların ilk öğretmeni hayvanlar olduğunu belirtebiliriz. Kısacası insan ne öğrendiyse hayvanlardan öğrenerek bilinç sürecine geçti. Bugün geçmiş yorumlanırken , geçmişe doğru gidişli yorumla geçmişten güne gelen yorum arasında mantıksal sapmalar güncel   farklılıklar  yaratabilir. Darvinci mantık, arada geçen tarihsel dönemi hesaba katmadan ve bu zaman dilimini atlayarak geçmişin başlangıç noktasını esas alıp, o noktanın öncesiyle düşünüp günü düzenlemeye kalkıştılar. Günden geçmişe doğru bir yönelmeyi ve yorumu da hesaba katsaydılar 20. yüzyıl farklı olabilirdi.Sosyal güdü karşıtsızlığa erişebiliridi. 
     O günün canlılık sürecini günün sosyal süreçleriyle özdeşleştirerek zıtların birliği ve çatışmasını kaçınılmaz bir hesapla sosyal matematiğin formülü gördüler.
     Doğal seleksiyon gerçekliği, sosyal seleksiyona yorumlanarak güçlünün zayıfı ezmesi ve zamanla zayıfın güç toplayarak onu ezip zayıf düşürmesini bir devrim kavramı ve devirme gerekliliği halinde devrim teorisi formatına dönüştü.
     Meşrulaşan sosyal denge mantığı, doğal seleksiyon teorisine göre biçimlenerek karşıtlık temel dayanak yapıldı. Sosyal gelişim, adeta sosyal izafiyet mecburiyeti gibi karşıtlık dinamikleriyle düşünüldü.
    Şimdi karşı karşıya bulunduğumuz, bu zihniyeti,  dayanaksız ve payandasız bırakma sorunsalıdır. Yani karşıtlığın dayanaklarını çözerek  insan dünyasına sonradan giren bu karşıtlığa, sosyal dengeyi yaslandırmadan  çatışmasız ve çözümleyici ruh yapısını ortaya çıkarmaktır. Bunun siyasal ürünü düşmansız bir gezegen olacaktır.
    Bu konuda yeterlilik göstermek, kendini aşmak ve mevcut bilimlere çözümlenebilinir inancıyla yaklaşıp insan gaddarlığını işlevsiz bırakmakla sağlanır.
     Yerleşik dengenin tüm kabulleniş doğrularını bağımsız ele alarak insan dengesini onlara göre sonuçlandırmak, mantık tıkanıklığını beraberinde getirir. Çünkü, insan onurunda hem yeterlilik hem de karşıtsızlık vardır. Onurunu bulmuş bir kişilikte  düşmanlık aşılmış demektir. Onurda karşıtlık yoktur.
Aslımızı nasıl terk ettik?Onursuzluğu sürdürmek aslımıza uyar mı?Aslına uygun yaşamayan tek canlı insandır.İnsan olmak bir sorun oldu.İnsan zekasını onun alehine çevirecek kadar aptalsınız.
Karşıtlık soy güdüsünün ruhunu öldürdü,canı kaldı.
7 gün komiteleri bu kalıntı mantığı dağıtabilir.Güncel mantığın mekanizmasına çomak gibi sokularak çarkı işlevsiz kılabilir.Yoksayma yöntemini 7 gün karşıtlığa karşı kullanalım.
Yoksayma yöntemi,var olan her şeyi yok saymak gibidir.Fakat kişi hak ve özgürlüklerini kapsamına almamalıdır.Haklarını yok sayarsan kişileri de yok sayarsın.Canlılık gereği bu mümkün degildir.Hakları yok sayılan canlıların tablosu günlük gözümüzün önündedir.Hakları yok saymakla fiziki varlıkları yoksayamazsınız,çünkü ölmemişlerdir.İkisini  savaşlar yapar ancak.7 gün bu tabloyu gözden uzak tutalım.
Karşıt durmaya utanmıyor musunuz?Hayata karşıt olmak…!ne büyük gaflet!
      Milliyet, cins ayrımı ve sosyal sınıf anlayışına göre işleyen beyinlerin mutlaka bir antisini bulma ve bulamayınca onu arayan sefaleti tarihe karışmalıdır. Yürekten gelen coşku  ile hayatı görüp  çevresini ve ilişkilerini sonsuzluk üzerine kuranlar, onur üzerine sosyal dengeyi inşa ederler.İnsan dehasını bularak, zeka kapasitesini mutluluğa erdirecektir. Karşıtlığa bağımlılık ve bağışıklık terk edilir.
      Bunalımlı düşünerek dünyayı planlayıp, ulusal sorunlar, din sorunları, sosyal sorunları çıkmaza sürükleyerek, bundan rant çıkarmaya yeltenmek ve bunun için hayali  düşmanlar yaratma mecburiyetine girişmenin sebebi böylece anlaşılır bir durumdur.
       Var olmak ve varlığını sürdürme isteği, aleyhte yaşama mecburiyetinden kurtularak düşmansız kalma sevincine bürünür. Yani, ille de birilerinin aleyhinde yaşama takıntısı ve tedbiri ortadan kalkar. Var olma sevinci kişisel boyutta ne kadar önemliyse karşıtsız devlet o denli içte ve dışta sürükleyici olur. Aleyhte kalma ve yaşama mecburiyetinin içsel dinamiği kalmaz.

        “İnadına yaşamak “biçiminde ifade edilen,  aslında  bir karşıtın inadına yürütülmek istenen karşıtlıktır. Öz yaşamsal hedeflerden ziyade, karşıtın inadına bir yaşamı planlayıp  sırtını  ona vererek yaşam dengesini kurmaktır
      Kendimize aykırı yaşıyoruz.Düz yaşadığımızı mı sanıyordunuz?
      Yaşamı anlamlı ve amaçlı kılmak için mutlaka birilerinin veya başkalarının amacına karşıt kalmayı sürdürmek aleyhte yaşamaya duyulan gereksinimdir. ”Karşıtım öyle yapıyorsa tersini yapmalıyım” anlayışı sürgit amacı belirler. Ulusal ve uluslararası politikada aynı alışkanlık etkilidir. Aleyhte bir devlet olmak veya aleyhte bir halk veya aleyhte bir parti kalmak bu tarihsel kör mantıktan ileri gelir.
“Önce karşıtım barışmalıdır”direnci,dünyanın anlaşma mantığına sızdıkça yayılmıştır.Bilinç duyguların alehine dönüştü.
      Derin devlet karşıtlığa sığınarak yuvalanır. Derin devletlerin sığınağı bu karşıtlıktır.
      Sosyalist sistem ne yaptıysa burjuva egemenlik tersini yaptı. 20. yüzyıl aksisinin aksini yapmakla geçti.
      Karşıt amaçları engellemek uğruna düzenlenen suikast ve entrikalar, politikanın ve politikacıların kişilik düzeyini açıklayan bir durumdur. Özellikle son dönemlerde bir politik hamlede bulunmak için şaibeli suikastlarla denge değiştirme manevraları, karşıtlığın çözülmesini acil kılar.Karşıtlık, barışmayan yanımızdan güç alır.
       Uluslararası stratejilerde iddialı olan güçler öylesine yıkıcı davranmaya yeltenirler ki, bir denge uğruna alakasız ve ilgisiz  hedeflerle kamuoyu tepkisini ya törpülemek veya tepkiyi alevlendirmekle  amaçlarına ulaşmak isterler
       Yaşamın mevcut dengesi karşıtlıktır. Bunu çözümlü bir dengeye evirmek gerekir. Kendi kendine eşitliğin kimseyle karşıtlığı kalmaz.
      Çözülmüş karşıtlık, dayanaksız bırakılmış düşmanlık dengesi olup kişilikli çözüm demektir. Karşıtlı bilinç anlamını yitirir. karşıtsız bilinç gelişir. Bu, bilinçaltının çözülerek sonuçlanması demektir.Lakin, tüm karşıtların önce karşıtlığa mola vermesi gerekir.
7 gün karşıtsız kalalım.Kimsenin alehine atıp tutma ortamı bulmayacagız.Kendi buluşumuz olmasın mı bu?Kendimizi bulmaya götürecek yolda neden yürümeyelim?
 Evrensel hafıza karşıtlığı aşarak oluşur.
Kolektif ve bireysel hafıza çatışıksa, karşıtlı kişiliğe bürünürüz.
Hafızamızda kavga var.Bu yüzden gündeme kavgalı yaklaşırız.
Kişiliğimizi barışık bütünlüğe erdirecek dünya şartlarına kavuşmadık.Kendimizden başlayarak,aile,çevre,ülke ve dünya ile kavgalıyız.Çağın global niteliği işimize karışınca barışmamayı global sürece taşıdık.Zira ,hepimiz bir güdü eksik yaşıyoruz.Bu güdü yoksunluğu global yaşantımızın global kurumu olan Birleşmiş Milletlere de yansımıştır.BM örgütü de barış güdüsünden mahrumdur.
 Barışı , bir güdünün politik  arenadaki devamı olarak benimsemedikçe anlayamayız.Görmek bir yana yüzünü bile göstermez.Bir olguyla iletişim kurmak ,onu, isabetli tanımlamak ve iyi tanımakla olasıdır.Doğru anlam yüklemediğimiz şey ,anlamına memnun olduğu ortamlar arar.Bize uğramaz.
 Türdeşlik güdüsü olarak , soy güdüsü,insanlık(insan) güdüsü biçiminde evrime uğrayan aidiyet, barış güdüsüne evirilmiştir.Barış güdüsü biçiminde varlığını sürdürmeye cebeleşiyor.Aidiyeti barış biçiminde tanımlamadıkça, insana aitlik  paydasına kavuşamayız.Vaktinde bu güdüyü gündemleştirebilseydi Freud , sürgüne uğramayacağı gibi ,ikinci dünya  vahşetini önleyebilirdi.
Tarihin ve çağımızın barış sorunsalı, bu güdünün geçirdiği felaketler sürecindedir.Salt politik ve ekonomik argümanlarla durumu kurcalamak fayda getirmedi.Bilimin yaklaşımlarıysa tekrarla sınırlıdır.Etik yakınmalar ve şikayetler duyguları okşayabilir.Mesele ne bilinç,ne mantık,nede duyguyla açıklanır..
 İşe güdü boyutunda  girişmenin vakti çoktan geçti.
 “Dünya barışı” söylemi yerine ,Birleşmiş Milletler Örgütü,barış güdüsünü yaşatalım ve yaşayalım, ifadesini yaygınlaştırırınca ,tüm bilimleri peşinde sürüklemesi işten bile degildir.
Bir söylem ilgili olduğu güdüyle bağlantı kuramazsa ,hiç bir duyguyu,aklı,mantığı ve isteği harekete geçiremez.Tankları,füzeleri,nükleer silahları,biyolojik silahları harekete geçirebilir ancak.
Barış güdüsü kıyımlar,yıkımlar,ve felaketler geçirdi.
İnsanlık, maruz kaldığı doğa ve çoğu sel felaketlerini kolayca unutulabilir.Kimi doğa felaketlerindeki kayıplar savaş felaketinden fazla olmasına rağmen lafı edilmez.Fakat barış güdüsü ,insandan gelen kıyımı asla unutmaz.Çünkü, aidiyet ihanetine uğramıştır.İhanetin tanımı aidiyet suiistimalidir.
 Dünya barışını dillendireceğimize, barış güdüsünü onarma talebi daha tesirlidir.Politize olmuş tek güdümüz budur.Politik çarkın mekanizmalarına eteğini kaptırmış güdüdür bu.
Barış ,artık politik güdüdür.Politik kapışmalar bu güdünün yoğunluğuna endekslidir.Eksikliği ve durumuna göre politik düzey belirler.
 Soy güdüsünü haysiyet,vicdan,dürüstlük,vefa ve utanma duygusu diri tutar ve besler.
Olof Palme’yi o denli sevdiren özellik ,dokunmama siyasetini gütmesindedir.Palme, insana dokunmadı.Yaşantısı sıradandı. Barış güdüsünün tam kapasite  yoğunlaşmasıyla  bu sıradanlık kazanılır.İşte!Olof Palme’deki cevher.
Kolayı başarmak çok kolaydır,kolay tarafından düşünürsen,al sana kolay!
Palme kolay yaşadı,zorla öldürüldü.Palme’nin ölümünü, ancak dünya barışı  açığa çıkarabilir.İnsanlık güdüsünün şimdiki düzeyi bunu başaramaz.
 Palme’nin kavuştuğu barış güdüsü düzeyine erişince,  öylesine  kolay yaşayacağız.Mutluluk kolayın içindedir.
 Kolay düşünmeye 7 günümüzü neden ayırmayalım?Sinirlerimizi dinlendirecegiz.Adeta sinir tatili yapacağız.
7 gün rahatça düşüneceğiz. O gün savaşlar olamayacağından  güvenlik sorunumuz kalmayacak.Cinayet haberlerini duymayacağımız için incinmeyeceğiz.Zekamız dahilerden farklı olmadığımızı anlatacak..Şimdiye değin türümüzde karşılaşmadığımız özellikleri keşfedeceğiz.Bu keşif , farklı buluşlara bizi sürükleyebilir.Olasılıklar dahilinde ”olabilir,ebilir,abilir”gibi  çekinerek tamlayıcı  kelimelerle cümlemizi kapatacağımıza ;kesin yargıların sahibi olarak yazıya son noktayı koyacağız.Konuşmak gereksizdir artık,herkes mutluluğuyla meşgul olsun!diyeceğiz!
 Ürkek barış güdüsünü böylece aramıza çekip evcilleştirebiliriz;o bize biz ona alşırız.Sembollere gerek yok diyecegiz;kanatsız güverciniz.
 Halimize, ağaçtan  derman arayacağımıza, güdümüze yaslanarak antik kentler arayacağız.Zeytinin yetişmediği  bütün ülkeleri dolaşacağız. Zeytin vermeyen iklimleri sıcaklığımız ısıtır.
Biribirimize ait olduğumuzu his edeceğiz.Ortak şeyler düşündüğümüzü kavrayacağız.Güvenin yüzüne bile tükürmeyeceğiz,korkudanmış,ona duyduğumuz ihtiyaç.Çünkü,bizden olan potansiyele (barış güdüsüne)ilk kez erişmişiz.
 Bütün bunlar, 7 günü örgütlemekle mümkündür.
 Dünyayı barışık görelim!
 Barışık  dünya için zekamızı sınayalım.Zekamız barışmaya yetmiyor mu?
Barışı, ortak bir sorunsal olarak yaşayan herkesin  onu bireysel sorununa dönüştürmek dünyaca paylaşımdır.Yemek,içmek ve solumaktan   daha öncelikli bir ihtiyacı kendi aramızda temin edemezsek neye yararız?
Yemek,içmek,solumak ve benzeri taleplerimizi doğadan karşılarız.Dolayısıyla fazla zorlandığımız söylenemez.Barış ihtiyacımızı insandan temin ederiz.İnsan ilişiklerinden sağlayacağımız zaruri gereksinimdir.
Doğa bizden önce oluştu,bizi var etti.Bütün ihtiyacımızı karşıladı.Üstelik zekadan yoksundur.Bu akılsız haliyle çok şey bağışladı bize.Peki!en temel gereksinim olan barış ihtiyacımızı, kendi aramızda neden karşılayamıyoruz?
Doğadan mı bekliyoruz?
Aramızda kalsın ama,doğa barışı getiremez..Barışın,arz ve talebi insandır.Öznesi de malzemesi de insandır.Bundan dışında  rezervi yoktur.
İşte böyle!
Tanrıları yaratan insan,barışı yaratamıyor!
İhanetin kapsamını genişletmek zorundayız.Mademki global dönemdeyiz,tüm insani degerlere global ölçülerle yaklaşalım.Savaşları , global ihanet saymazsak evrenselliğimiz safsatadan ibaret kalır.
Kendimizi ait gördüğümüz çevrenin ölçülerine sadık kalmakla aidiyetimizi onaylarız.Bunu gönül rahatlığıyla benimsenmek isteriz.Çevrenin ölçüsünü çignersek ,ihanet etmiş sayılırız.Adımız haine çıkar.
Mensubu olduğumuz dinin,ulusun veya düşüncenin hatalarını uluslar arası platforma şikayet edersek,aforoz ediliriz.İhanet etmiş sayılarak, dışlanırız.Çünkü, aidiyetin kırmızı çizgisini aşmışız.Zaten, politik ifade olarak kırmızı çizgi aidiyet  sınırıdır,çittir.
 Kırmızı çizgilerden yoksun aidiyet ,sınırsızlık duygusu verir.Affınıza sığınarak,reotrik uyum adına ,buna ,yeşil çizgi diyelim.Kabul mu?
Arkadaş!ben renksiz aidiyet istiyorum.Böyle olsaydık af dilemeyecektim.Bağışlanmayı bekleyen kusurum olmazdı.
Globalizm ,aitlik kusurlarını düzeltmeye yetersiz kaldı.
Yerleşik hayattan başlayarak aidiyet,aile,klan,feodallide ve nihayetinde ulus safhasına vardı.Giderek alanını genişletmeye yeltendi.Bocaladı.
18.yüzyıldan itibaren ulusal aidiyet siyasallaştı.Devlete dönüştü.Ulusallığın sınırlayıcı boyutunu algılayan sosyalistler  ,düşünceyle, buna aşama kaydettirmek istediler. Ulusallıkta tıkanan soy güdüsü ,enternasyonalizmle aşılmak istendi.Emeğin paydasında uluslararalılık geliştirilmeye çalışıldı..Oysa,soy güdüsü sermayedarları de kapsar.Çünkü ,insan olan herkes bu güdünün kapsamındadır.Bu,insan güdüsüdür.
İç güdüler ayrımı sevmez. Hiçbir ideoloji, güdülerden daha ısrarcı olamaz.Güdülerden daha ağırlıklı ve hakim olmaya kalkışan düşünce,şiddete dönüşür,dönüşmek zorundadır.Başka türlü ,güdülerin sesini kısarak baskın çıkamaz.
Ulus safhasında kör düğüme uğrayan soy güdüsü ırkçılığa bürünür.Irkçının kişiliğinde boğazlanıp hiddetle dışa yansır.Irkçıların şiddete tapmaları bundandır
Bu,can çekişen soy güdüsünün isyanıdır.Soy güdüsü boğazlanmaya dayanamaz.  Irkçıyı terk edercesine isyanıyla onu itekler.Bu itkiyle ırkçı şiddetle dinmeye girişir.Genel söylemle”Hitler’ de hiç mi vicdan yoktu?”sorusunun cevabı buradadır..Hitler, bu güdünün isyanıyla baskın gelen iç sızısını, dışarıda gördüklerinin  vicdan acısıyla degişmeyecek kadar  içten baskılanıyordu.Vicdan, duyumların  algısıyla his edilir.Dışarıyı duyumlamaktan aciz olunacak kadar içten baskılanan kişi, vicdanın sesini duyamaz.İç gürültüsü daha baskındır.
Konumuz vicdanı aşan trajedimizdir.
Bütün mesele iç güdüyü global boyuta aktarıp onu, global barış  resmiyetine taşımaktır.Bu yaklaşım ,çatışmaları def eder.Çatışmasız ve kavgasızlığı benimser.
Kendimizi  hiç dünyaya ait his ettik mi ?
Yemin ederim ,kendini dünyaya ait his eden bir köy, tüm gezegenimizi baştan başa yenileyebilir…Böylesine kapsamlı aitlik , bütün köylülerin zekasını dahiyane  yaratıcılığa ve buluşlara sürükler.
 Zekamız aitlik menziliyle orantılıdır.Ona paralel işler.
İhanetin kapsamını aidiyet menzili belirler.Nereye aitsek orası ihanetimizi sorgular.İnsana mı aitiz,ulusa mı,dine mi,ideolojilere mi?Bizi sorgulayacak barışık dünyaya sahip miyiz?İnsanlığın yargısı ne zaman galip gelecektir?
Bütün insanlığa ait olmanın menzilinde, ihanet ölçüsü ne olacaktır?Doğada ve evrende açtığımız  tahribatlar ihanet sayılır mı?
Şimdiki ihanetimizin kalitesi nedir? Aidiyetimiz hangi safhadadır?
Hangi yüzle dünya barışından söz ediyoruz?Barışı konuşmak yeterlilik ister.Yeterli miyiz?
Bu günkü ihanetlerimiz, geçmiş için birer mucize idiler.Güncel yaratıcılığımızın neye göre ihanet sayılacağını kestirmek ise güçtür.Hayati olan şimdiki huzurumuzdur.
Barışsever yanımızı sevdirecek ve cazip kılacak yol ve yöntemlere ihtiyacımız vardır.Varsaydığım 7 günlük etkinlik, kalıcı sonuçlar yaratmayabilir.Belki de absürd karşılanır.Fakat ,dünya ile barışmanın başka yolunu bilmiyorum.Herkes ,planını ortaya koysun.Mantıklı ve çözümleyici olan hangisiyse onun peşinde giderim.
Yalnız başıma dünyayla barışacağımı söylesem,hümanizmden rant sağlamanın kolayına kaçarım.Dünya benimle barışmadıkça barışık olamayız.Hiç olmazsa, barış isteğimle barışılmalıdır.Barış tek taraflı degildir,karşılıklıdır.
Kendimi dünya ile barıştırmaya uğraşıyorum. 7 gün degil, tüm ömrümü buna adıyorum.
Barış, ömürlük servet demektir. Serveti paylaşalım!
Bu paylaşımın öncülüğünü ancak, Birleşmiş Milletler örgütü yapar.Böylesi daha kolaydır Barışa teşvik amacıyla bir hafta ,dünya barış tatili ilan edilmelidir.Dünya barışı için bütün insanlığı denemek ve barış provasını yapmak kalıcı izler bırakır.
Şüpheniz mi var?
Denemek ,denememekten daha yararlı olmaz mı?Ne kaybederiz?Denememenin etkisi aşikardır,gezegenimizin güncel resmidir.1 haftada resmimiz degişebilir!.
Her ülkede bu yönlü çalışmalar yapılmalıdır.Dünya ile barışmanın avantajları anlatılmalı.Savaştan ısrar edenleri utanmaya zorlayalım.
Utanmak ,soy güdüsünün uçurumunda, insana aitliği anımsatan gaipteki sestir.Utanmanın sesi gaipten gelircesine yankı bulur.Gaiplik ,türümüze aitliğin kopuş aşamasındaki son andır.Bu anda silkinir,kendimize geliriz.İnsan olduğumuzu hatırlarız. 
BM’nin bu yönlü resmi karar çıkarmasına engel olacak ülkelerin, sorumluluk duygusunu irdelemek mümkündür.Onları sorumsuz ülkeler kategorisine dahil ederek, insanlık vicdanında yargılayabiliriz.
Barışı ranta dönüştüren ,söylemde pirim sağlamaya kalkışanların niyetini açığa çıkarmanın başkaca seçeneği yoktur.
Samimiyetimizi sınayacağız.Bu süreç dünyanın samimiyet sınavıdır. Katılıp katılmamakla samimiyetimizi göstereceğiz.Savaşanların niyeti netleşecektir.Maske düşebilir.
Belki de hepimiz barışı istiyormuşuz  da,eylem planından yoksunduk.Belki de tüm dünya itirazsız iştirak edecek,kim bilir?
Bu ihtimali belirgin kılmak amacıyla”7 gün komiteleri”kurulup yaygınlaşırsa, peşin hüküm vermekten kurtulacağız.Ön yargıyla suçlayıcı olmak sağlıklı degil.Bu süreçte, kimlerin dahil kimlerin hariç kalacağını bilmiyoruz.Fakat,ögrenebiliriz.
Bir baktınız, savaşanlar hepimizden daha tutkulu davranırlar.Neden olmasın?
Tarihteki savaşların çoğu barışla noktalanmıştır.İnsanlık savaşa da barışa da yabancı degildir.Fakat global barışı sağlamaktan acizdir.Bu doğaldır,zira, evrensel hafızamız oluşmadı henüz.
Kolektif ve bireysel hafızanın barışık oluşumuna evrensel hafıza diyebiliriz.
Evrensel hafızayı evrensel çalışmalarla geliştirebiliriz.Evrensel güven eksikliğinden dolayı evrensel etkinlik tecrübemiz cılız kaldı.Soyumuzun insandan korkusu azaldıkça evrensel güven artar.Korkunun payına kaptırdıklarımızı ne kadar yontarsak güvene döner.
Eyleme dönüşmeyen istek keskin sirke misali küpüne zararlıdır.Barışmanın küpü olarak isteklerimizi içimizde tutacağımıza ,topluca dışa vurmak dinginleştirecektir hepimizi.
Bu isteğimin gereğini yaptım,gerisi dünyaya kalmıştır,diyerek rahatlayabiliriz.İçimiz ferahlar.Kendimizi suçlamaktan kurtuluruz.
Kurtulmak zorundayız!çünkü, hepimiz global ihanetin içindeyiz.Kendimizden kaçışın itkisi aidiyet hissinin zayıflığındandır.Dünyayla barışmakla, kendimize barışık kişilik yaratırız.
Kendimizi daha severek begeniliriz.Barış kendini onaylamaktır
Barışı siyasallaştırma faaliyetleri sonuç vermedi,siyaseti barışlaştırarak hayatı  barıştırmalıyız.Duyguları politize ederek soy güdüsünün temel besinlerini güvenceye alabiliriz.Vefa,dostluk,sadakat,sorumluluk ve saygı böylece gerçekleşebilir.
Bilinç aşırı politize edildi.Duygular bilincin baskısı altında inliyor.20.yüzyıl bilincin en çok politize edildiği çağ olarak iki kez dünya savaşına sahne oldu.Duyguların politize edilme gereksinimi bu gerçeklikten kaynaklanır.Politize edilmiş duygularla aidiyet güdümüzü besleriz.Soy güdüsü ,her canlının ait olduğu türe göre davranmasını belirler.Kendini onamaktır bu.
Bireysel onay bireysel sorumlulukların gereğine bağlıdır.Soy güdüsünün toplumsallığı anlaşılırsa,onun,bireyselliğin ötesinde evrensel talepleri  olduğunu kavrarız.
Barış iç güdüsünü evrenselleştirerek, uluslar üstü kişilik serüvenine yol katarız.Milliyetçi boğazlanmayı insanlığın utancı sayarız.Bunun, insanlığa ihanet olduğunu o vakit anlarız.
Savaşmanın insanlığa ve evrene ihanet olduğu görüşünü paylaşmalıyız.
Bu ihaneti teşir etmek için açık diplomasiye baş vuralım.
Yürürlükteki gizli  diplomasinin çantası ,kavga ve gürültüyle dolmuştur.Bu gizlilik belalı başarıların okuludur.
Diplomatlar yıkıcı başarıların tercümanı olmamalıydı.Dünya hepimize fazladır.İnsan ölüyor,dünya yerinde kalıyor.Dünya ölmez!Ondan ne istiyoruz ?Onu öldürmeye kalkışmakla kendimize zarar verdik.Bizi bağışlamasını isteyelim.Yaptıklarımızdan dolayı özür dileyelim.Doğa cömerttir.Aç  gözlü davranmaz.Af istersek kin gütmez.
İnsanı kendimize rakip görerek doğayı rekabette çektik.Sonradan fark ettik ki,düşmanlık serüvenine doğa da katılmıştır.
Şiddetli rekabeti terk edince evrenin hışmından kurtulabiliriz.
Savaş rekabetini ayıplayacak gönül rahatlığına, hepimizin ihtiyacı var.Öylece şiddetsiz rekabetin zeminini yakalarız.Şiddetsiz ekonomiyi benimseriz.
7 günlük hoş görü, utanç ölçümüzü degiştirebilir.Bu gün utanmadan ,sıkılmadan yaptıklarımıza o zaman utanabiliriz.Kendimize döneriz.Şiddetsiz rekabeti yaratırız.
İlahiyatta, insanın topraktan geldiği ve toprağa döneceği vaaz edilir.Gerçeklikte insandan hayata geldik,insana dönelim.Biribirimize neden tiksinç kalalım?
Günün resmine bakıp,tüm insanları seviyorum,diyen yalancıdır.Barışı sevmeyenleri nasıl sevebilirsiniz?
Saygı duyarız tüm insanlara.Saygıda istisna yoktur.Ama, herkesin sevilmeye layık olduğunu vurgularsak sevgimizin doğasında arıza vardır.Saygı insan olma sevincidir.Bu sevinci türüme karşı ayrımsız yaşarım.Bu iç güdüden dolayı savaşanlara da saygılıyım ama,onları sevmem.İnsanlığa ihaneti sevmem.
Barış ruh sağlığı demektir.Barışın yoksunluğunu baz alırsak hepimiz hastayız!
Dünyanın çilehane-ye büründüğü durumda, sağlıktan söz etmek abestir.Mutlu olduğumuzu mu kanıtlayacaktınız?Nasıl?
Kuzum!Duyarlılığı budanmış sevinçleri mutluluk mu bellediniz?Duyarsızlık duygu körlüğü degil mi,….?
Mutluluk kolaylıktır.Dokunmadan yaşamaktır kolay olan.
Duygu eksikliği kimi mutlu eder?
Soyumuzun mağduruyuz.Mağduriyetimiz canlılığımızdan gelir.Tarih ötesi bir durum…Fakat her döneme musallat oldu.Eylemlerimizin planına karşıtlık sirayet etmişti.
N ihayet karşıtlığa isyan edecek arifedeyiz.Tarihin bazı birikimlerine sahibiz.Can alıcı bir dügümle başbaşayız.Ya savaşlar bizi bitirecek yada biz savaşları!
. Savaş bir buluş mudur?İcat mıdır?Kullanmayacağımızı bile bile sırf şantaj  mantığıyla teknolojiyi neden zorluyoruz?
Yaratığımız şeyler insanı yüceltsin,ezmesin.
Gerçeklikte kimse yaşama güvencesine sahip olmadı,bu hakka layık görelim.
 Barış üzerine söylenmedik söz kalmadı…Bir türlüde gelmedi.Ya ortak istem degil  veya ortak eyleme dönüşmedi
Oysa barışa yakışıyorum,barışta bana.Ondan bir eksiğim yok .
Sürü döneminde kayda deger kahramanlığımız yoktu.Fakat yaşamayı beceriyorduk.
Düşünsenize, insan olma evrimini hayvanlar ele geçirseydi;filden astronot çıkar mıydı?Kanguru nasıl pilot olurdu?Eşek deniz altı yapabilir miydi?
Doğada ve çevrede görünen her ürün beynimizin eseridir.Hayvanlar bu dünyaya  tek çivi çakmadı.Demek ki, keramet beynimizdedir.Beyin sayesinde evrimin avantajını ele geçirdik.  Aklın evrimini sürdürüyoruz..
21.yüzyılın en ilerici hamlesi olarak hayvan partisini biz kurduk.Onlar bizim için parti kurar mıydı?
Hayvanların gözünde kavgalı görünmeyelim..
Hayvanların gözünde neden düşelim?
Atom bombası,nükleer silah,biyolojik ve kimyasal silahlar hayvanların nezrinde degerimizi  küçültüyor.
Size yalvarıyorum!hayvanların gözünde bizi küçültmeyin.Bunu hak etmiyorum.Bizi insan bilsinler.
Biribirimizin gözünde degerimiz kalmadı.Utanalım!
Utanmak ,insan kalmayı hatırlamaktır.Saygı ,insan olmaya sevinmekti.Sorumluluksa, insana ilgidir.Neden ilgisiz kaldık?Savaşları neden kanıksıyoruz?
 Utandığımız şeylere nasıl tahammül ediyoruz?.Kanıksama bir utanç degil midir?Bu ayıbı kırmaya, 7 gün ayırmak lüks müdür?
Utanmayı eyleme geçirelim!
Kanıksamayı kırmanın tek yolu budur.Kanıksama insanlığın en büyük ayıbıdır.
 Katlanmak anlamına gelen bu durum,  herkesten sıkça duyduğumuz  ve duyarak kanıksadığımız bir sosyal kanserdir. Psikanalizde, kişinin terapiye gösterdiği direnme ve sınırlamalar sadece hesaba katılır. Kanıksama hiç hesaba katılmaz. Bir engel olarak ta dile getirilmez. Çünkü ,klinik analize başvuran "hasta" için hatırı sayılmayacak lüks bir engel olarak görülür. Oysa bunun nedeni sayısal çoğunlukla ilgilidir.
Bildiğimiz gibi kültürü belirleyen sayısal çoğunluğun baskın gelen yaşam tarzıdır. Sayısal çoğunluk neyi doğal görürse o, normal ölçü olur. Dünya da klinik analize gitmeyenlerin sayısı, gidenlerin sayısından fazladır. Bu çoğunluk , ortalama kişilik yani az sorunlu olarak tanımlana gelmiştir. Toplumsal çözümlemeyi politik olarak hedefleme ufkundan uzak olan ruhbilimciler de bu kesime dahildir.
 Çözüm düzeyi olarak toplumla aynı kulvarda bulunan ve mesleki ihtiyaçlarını manevi sanrıya bürüyen bu kesim, kendileri de aynı düzeyde oldukları için kanıksamayı bir sorun olarak görememekteler. Çünkü alternatif çözümleri olmamıştır. Bazı durumlarda çözüm olduktan sonra sorun görülebilir.
20. yüzyıldan günümüze dek "böyle gelmiş böyle gider" mantığıyla hüküm süren duyarsızlık bu sebebin sonucudur. Egonun ,sınırlayıcı kanıksamayla çizilmiştir.
  "Değişmemek için ne yapabilirim" tedbiri, bu kanserin her türlü ilişkiye nasıl nüfuz ettiği,  rahatça görülebilir. Hiç bir şeyin değişemeyeceğine dair inanç, yaşamın her alanına siner. Sebebi    dinlerdeki kaderciliğe yüklense de, bu, ucuz kurtulmanın basit bir gerekçesidir. Kanıksama daha çok  yüzyılın hastalığıdır ve en çokta aydın kesimden yayılmıştır. Kişisel yaşamını garantiye aldıktan sonra tıkanmaya girer. Avrupa   yaşam ölçüsünde kalıbını bulmuştur. Biraz şikayet, biraz sızlanmayla duyarlılık gösterişinden sonra  inanamadığı toplumdan uzaklaşarak kişi, kabuğuna çekilir.
Kanıksayan kişi  değişmezliğe inancını pekiştirir, çevresini de öyle kanıksar. İlişkilerini de. Diğer yandan doğru görmediği bir gidişatla günübirlik muhatap olur, mantığı buna el vermez.
Kanıksamanın özünde, gidişatı duygularla reddederken  bilinçle kabul vardır. Kısacası duygusal redde karşı bilinçle kabul durumudur kanıksamak. Gündelik ilişkilerden, dünyadaki durama varana dek  her şeyin aynı biçimde tekrarı, onda inanç bozukluğuna neden olmuştur. İşin kötü yanı ,bunu tüm ilişkilerine bulaştırmasıdır. "bu dünyaya bir defa geldin, neyin varsa harca" zihniyeti ,sanılanın aksine egoiste ait olmayıp kanıksayanındır. Egoist bir tırnağını bile harcamak istemez.
 Dünya nüfusunun çoğunluğu bu kişilikten oluşur. Bilgi sorunu yoktur, fakat "herkes "sorunu vardır. Herkes öyle olduğu için o da zorunlu olarak öyledir, tek savunması budur. Değişime kalkışmasının biricik şartı gene "herkes"tir. Herkes değişirse o da değişmek ister. Yoksa, dünyada hiç bir şey değişmez. Halbuki, bir kişi değişim şenliğini tadabilse görecektir ki, kişi değiştiği oranda dünyayı değiştirmek isteyecektir ve bir o kadar da değiştireceğine inancı artacaktır. Toplumsal çözümleme basiretinden yoksun olanların bu durumu algılamaları beklenemez.
  Kanıksama vicdanımızı örseledi.
  Kanıksayanın, duyum ve alımlama kapasitesi körelir. "Duymadım, görmedim,
, bilmiyorum" maymunu ,üçlü kanıksayandır. Ne okursa okusun, ne yazarsa yazsın duyarsızdır, sadece işsizlik sorununu hal eder. Çünkü ,duyguları ve bilinci arasındaki bağ kopmuştur. His dünyası sınırlanmıştır. Düşmanlık kalıcı bir kaderdir ona göre.
 Bilimdeki gelişmeler beklenmedik oranda etkin olsa da, kanıksayan, onu absorbe eder. Aslında onca bilimsel ilerlemeye rağmen sosyal huzur dünyada kurulmuyorsa bunun tek sebebi bilim insanın, bilimi bu şekilde absorbe etmesindendir. Yani, bilimle  bilim insanı arasında absorbasyon oluşmuştur. Bilgisel enerjinin bu haliyle yalıtımı, insan soyunun giderek en büyüyen  açığıdır. Kırıntı düzeyinde bazı bilgi üretimi oluyorsa da bu, arada bir çıkan tek tük dehanın eseridir, bir de iş kaygısından gelen mecburi üretimdir. Aksine, dünyada binlerce siyaset bilimci mevcuttur, hemen hepsi de tüm kuram ve teorileri okumuş ve biliyor, neden çözüm olamıyorlar?
  Teslimiyetçilikle birlikte oluşan karamsarlık,  egemenliğe siyasi danışmanlık ve memurluğun kılıfını hazırlar. Güncel politika kanıksanmayı aşmak için her keresinde bahaneler uydurur. Zaten dünya liderlerinin hemen tümü kanıksanmaya bağışıklık kazanan sorumsuz  tiplemelerin birer örnekleridir. Bunlar kanıksatmayı esas alan, mücadelenin yersizliğinden dem vuran, günü kurtarmayı en büyük avantaj diye lanse ederek kitleleri uyuşturan  çaresizlerdir.
 20. yüzyıldan beri özgürlüğün  pohpohlanmasındaki gerekçeleri iyi kavramak gerek, çünkü özgürlük kanıksanmış sorumsuzluktur, hata sorumluluğun zıddıdır. Bağımsızlık insan bağlılığıyla gelişirken ilişkilere heyecan verir, insan bir amaçtır bağımsızlık için. Özgürlüğe göre ise insan ancak ve ancak duyarsızdır. Bu ortamda birey topluma, toplumda bireyi kanıksamanın kabuğunu bağlar.
  Ondan dır ki özgürlükçü, kanıksadığının farkında bile değil, bir sarhoş edasıyla doğrularını en güvenceli mutlak görür.
  Kronikleştiği oranda, yaşamsal olarak dünya insanının biricik doğrusu oldu. Kişilikler öylece kabuk bağladı. Buna karşı statükoyu sarsacak bilimsel şenliklerden  sakınma ve kapanma, değişmemenin tedbirine  sımsıkı sarılmayı getirdi.
 Değişmekten korkan toplum ve bireyler,  gelişmeye yol açacak bilgilerden her zaman korkarlar. Çünkü bu değişimin onlarda nelere yol açacağına dair tecrübeleri yoktur, yenilikle ve yeni doğruyla başa çıkamama  belirsizliği, çekincesi , onlarda daha çok inkara saplanmayı hızlandırır.
   İnsana karşı idealini yitirmekle başlayan bu ruh durumu, güzel olana tepki duyma ve güzelliği beğenmeme hastalığına dönüşür. Kafka "Çocuklar kadar reformlar gerçekleştirmek isteyen kimse yoktur" derken,  idealini henüz yitirmeyen bu kesimin yenilikçiliğini belirtir. Çocuklara ve gençliğe düşman kesilmenin sebebinde, güzel isteklere duyulan düşmanlığın  arkasındaki gerekçe için iyi bir belirlemedir bu?
 Kanıksak olmadığınızı mı savunacaksınız?Peki!Savaşanlardan farkınızı söyler misiz?Savaşanlardan farkınız nedir?Savaşanların sayısı savaşmayanların sayısı yanında denizde damladır.Deniz   içinde damlalar neden  kaybolmuyor?Öyleyse tek farkınız ,siz silahsız savaşçılarsınız…Aksine utanırdınız!
 Utanmak kendine tahammülsüzlüktür.İnsanlığa aykırı hatalarımıza tahammül etmediğimiz için utanırız.Soy güdüsünün özneye tepkisidir.Bu tepki eşliğinde kendimizi ayıplarız.İnsanlığımızı selamlamak gibi bir şeydir bu.
Utanınca cesaretim artar.Kendimi yargılamanın kahramanı olurum.Utanmak bunun için gereklidir zaten.Kendimizi yargılamanın cesaretine nasıl kavuşacağız?Düşündünüz mü?
Kanıksamaya neden tahammül ediyoruz?
Dünyanın  kişilik şartları savaşla eşitlenmiştir., . Yapılabilecek en acil müdahale bu kişilik şartlarının heyecan ve coşkuya dönüşümüdür. Kanıksamaya karşı tek çözüm, utanmayı politize etmektir.Kanıksak bireyleri böyle canlandırabiliriz.
  Uyuklayan ve uyuşan bir dünyayı uyandırmak , bağımsız ülke ve bağımsız ulus safsatasını da çöpe atarak, yerine bağımsız kişilikle oluşan dünya vatandaşını çözüme kavuşturur.
  Monotonca tekrar eden hayat tarzı, mücadeleye pes etmeyi pekiştirir.. İnsan, dünyasını ve ilişkilerini kişiliğine göre yorumlar. Kanıksak kişilik, dünyanın da kanıksadığını kanıksar. Asıl kangren budur. Tekrarlayan bezginlik ve hayat alışkanlığı zamanla tıkanmaya yol açar ve kapanır heyecan. Heyecanın bittiği an, eskiye teslimiyet ve yeniye düşmanlık başlar. Eskinin tekrarına  bir kader olarak sarılır. "tarih tekerrürden ibarettir" sözü, haklı bir kılıç gibi kınından çekilir.Savaşlar meşru görülür.
  Dualist kararsızlık, yukarda saydığımız nedenlerle belirginleşerek, ne beğenme ne de beğenmediğini değiştirmemek  ikiyüzlülüğene neden olmakla kalmaz. Red ve kabul arasındaki çalkantıyla sallapati ve yetmezlikleri  gerçekleştirmiştir. Toplumlar böyle buz tutu.
  Bu buzun kırılışı ise kanıksanmanın kırılması  savaşsızlığı esas almakla olur.
Bütün gücümüzle kanıksamaya yüklensek,  yoksayma yöntemiyle hayata yaklaşamayız.
Mevcut durumu utanç görmüyorsak utanmazlıktantır.
Özümüzün yitimine gösterdiğimiz tahammülle ruhumuzun doğasını tahrip ettik.Doğayı tahrip edercesine…çocuksuluğumuzu öldürdük.Kanıksamayı hangi çocuğa ögretebilirsiniz?
 Barışsız yaşamaktan utanalım.Utanmak soy güdüsünün bekçisidir,insanlık savunmasıdır.Kanıksamaya tahammül edersek savunmasız kalırız. Kanıksama bizi savunmasız bıraktı.Utanmak kanıksamanın panzehiridir.
Asli savunmaya kavuşmak için utandığımızı ilan edelim.Öylece, kanıksamaya engel oluruz.Hepimiz  utanç içindeyiz zaten.Bunu neden saklayalım?.Utancımızı saklamakla ayıbımız katmerleşti,iki katına çıktı.Varlığımızdan utanmıyorsak bu canlılığın direncidir,ruhta marifet kalmadı.
 “Utanma büroları(Dernekleri)”nı kurup yaygınlaştırarak ruhumuzu ve duygularmızı onaralım.Utanma duygusunu  yalnızlığımıza hapsetmeyelim. Yalnızlık  bir utançtır aslında .İnsanlık güdüsünün dibe vurmasıdır.
Utandığımızı açığa vurarak ,toplumsal ayıpların üstündeki perdeyi aralayabiliriz.Utanma duygusu ayaklanınca  tufan koparır sesizce.Ne kadar utanırsak o kadar da utandırırız.
Ben utanıyorum.Kendimden ve dünyadan utanıyorum.Hazırda utanma derneği olsaydı,üye olmak için yalvaracaktım.Öylece utanmayanların içine çıkıp neden utanmadıklarını ögrenecektim. Utandıklarından haberleri yoktur belki.Sözlerinde her”ayıp”kelimesi geçtiğinde, bunun utanma belirtisi olduğunu incitmeden ima edecektim.Tek sorununuz “utandığınızdan habersizsiniz”diyecektim.Buna neden olarak,kanıksamayı gösterecektim.Kanıksama, utanma duygusunu kişiden gizlemeye uğraşır.Bu yüzden utancımızı fark edemiyoruz.
Utanma dernekleri vasıtasıyla utanmayı örgütleyelim.Evrensel platforma taşıyalım.Eminim,hepimiz utanıyoruz.İnsani yanımız budansa bile canlılığımız sürüyor.Canlılığımız sürdükçe utanacak çok şeylerimiz vardır.
Sadece mutlular utanmaz.Çünkü mutluluk bir utanç degildir.Ama,başkalarının yıkıntısı üzerinde sevinç çıkarmak ayıptır.
Mutsuzluğumuzdan  neden şikayetçi degiliz?Utanmıyor muyuz?
Utanma duygusunu ayaklandıralım!Birer utanma militanı kesilelim.Hiçbir utanmaz buna dayanamaz,engel olamaz.Utanmazları utanmaya teşvik ederiz.
Utanmak pasif duygu degildir.En aktif hissimizidir.Yalnızken bile yakamıza yapışır.Peşimizi bırakmaz,kararlıdır.Kişisel yargı ve adalettir.Hiç bir avukat, senin utanma duyguna karşı seni bağışlatamaz.O senin şahsi yargıcındır.Kimse onu ikna edemez.Kararlılığı bundandır.Ancak ölünce  kurtulursun ondan.
Hitler, utanma duygusuna yakalanmamak için intihar etti. Yakalansaydı ona hesap vermeye gözü tutmuyurdu.Gözü kesseydi intihar etmeyecekti.Bu duygudan kaçtı.Çoğu intiharların nedeni utançtandır.
Romantiklerin intiharı ise farklı bir protestodur.”Bu dünya beni hak etmedi”,”beni hak etmeyen dünyayı yaşamak zorunda mıyım?”anlayışıyla, hayatı kendileri için ayıp görürler.Yaşama ayıbından kurtulmak için intiharı seçerler.Utanma duygusuna katlanmayı utanç sayarlar.Bende aynı görüşteyim.Ama,intihar yaşamın zaferi degildir.Yaşamın zaferi barıştır.
Dünyamı sizinle paylaşamdığım için  kendimden utanıyorum.Kendinden utanmanın ötesinde daha büyük acı ne olabilir?
Utanmanın ne denli tesirli olduğunu hangi vakit kavrayacağız?
Hepimizin utanacak anları olmuştur,bu hissimizden kurtulmak için nasıl davranıyoruz?Hemencik, hatamızı düzeltmeye koyulmuyor muyuz? Utanma,boynumuza tasma geçirip,  kime hata yaptıysak bizi ondan özür dilemeye çekmiyor mu?Boynumuza geçirdiği tasma ,insanlık duygusudur.
Ben kendimden özür diliyorum,kötü bir dünyada yaşıyorum çünkü.Özrümü düzeltmek için utanma derneklerinin kurulmasını öneriyorum.
Böylece utanmayanların sayısı mı fazla utananların mı?Bunu netleştiririz.
Utanma her derde devadır.Kanıksamayla onu uyutuğumuz için yararını görmedik.Onu uyandırmanın  vaktidir .Tarih boyu hep uyukladı,uykusunu aldı.Artık yeter!bundan böyle bize çalışsın.Yarar sağlasın…Zor bir işi yok,az silkinecek içimizde;hepsi bu!
Utandırmak tarihin en etkin eylemidir. Henüz pratiğe geçmedi.
Çağımızda sarılacağımız tek kurtarıcı utanmaktır.Bunsuz bir adım gidemeyiz.Gidemeyeceğimiz aşikardır.Diger duyguları epey yıprattık,zorlandılar.Onlardan bir şey çıkmadı.Etkisiz kaldılar.Utanmayı zorlarsak çok şey çıkarırırız.Kanıksama, tüm hislerimizin uyarıcılığını uyuşturmuştur,öldürmüştür..Bundan ötürü deli halimizi akılıca savunuyoruz.Tersimiz döndü.Karşıtlık bizi tersimize çevirdi.
Bizi utanmak kurtarır.
Utanmayı eyleme dönüştürelim!Çağımızın işe yarar,tek işlek duygusu budur.İşleyip,karşıtsız militana bürüyelim onu.
Birer utandırma kahramanı kesilelim!.
Uyuşukluğu böyle aşarız.
Utanmayı yaygınlaştırıp uluslar arası utancı çözebiliriz.Utananları ortak platformda buluşturup etkin kılalım.
Utanma politikasını gezegenimizin kent,kasaba,köy ve ücra köşelerine taşıyıp yürütelim.Bilim insanları lütfederler mi acaba?
Alfred Nobel, kendi belalı yaratıcılığından utandı.Vasiyetiyle belalı buluşlarını hayattan geri çekmek istedi.Bir anlamda yaptıklarını protesto etti.Kaç insan veya bilim insanı yaptıklarını protesto etmiştir?.Yaptıklarını protesto etmek dünyadan özür dilemektir.Bilim insanlarının hiç mi utancı yok?Bilimi yapan insandır insanı yapan da bilimdir.Bilim utanmayı biliyor mu?
Bilimin öncelikli görevi barış degilse ,bilim hiçbir şeyi bilmiyor demektir.
Utanmak insanlıkla bağımızın son halkasıdır.Bu halka kopunca uçuruma yuvarlanırız.Sizce uçurumda degil miyiz?Yanıtınız “hayır”ise , lafım olmaz…”Evet” diyenlerle yolumuzda yürürüz.
Diplomaside ,uluslar arası utanma mekiği dokuyalım.Birleşmiş Milletler örgütünü insanlık utancına karşı sorumluluğa kavuşturalım.Üye ülkeleri, 7 günlük barış tatiline razı edip ,resmiyette uygulamayı sağlamalıyız.Buna karşı çıkanları utanmaz kategorisine sokup,  vicdani yaptırımlarla teşir etmeliyiz.İşe yaramaz mı sanıyorsunuz?Hele, siz bir utanın! gerisi gelir.Dünyanın utancı çorap söküğü gibi çözülür.Utancın posasını çıkarıp ondan  mutluluk süzeceğiz.Öyle yaşamaya hazır mıyız?
Duyguları eyleme geçirelim!
7 gün dünyaca utanacağız.Neler his edersiniz?Merak ediyor musunuz?Meraklısı olduğumuz şeyi ögrenirdik, degil mi?Bir utanalım hele,nasıl oluyormuş ?O günü beklemeden şimdi ögrenebiliriz.Bu satırı okuma anında utandığınızı varsayın!7 günlük barış tatilini hayal edin!
Utanmazlık,öz kaybetmeye tahammül etmektir; kendini kaybetmeyi onaylamaktır.Göz göre göre  bitişimizi  onaylamayalım.
Utanmayı harekete geçirince insanlığı harekete geçiririz.Herkes utanınca insanlık harekete geçer.
Utancımız globaldır.Bundan ötürü global çözüm ister.Yalnız başıma utanmakla ,taş çatlasa,bu yazıyı yazabilirim.Bu salt başına, iki dişin arasını doldurmaz.Ancak,hepimizin utanması global çözüme yarar.
Utanmanın eyleme geçişi sesiz olaylar yaratır.Bu ses içimizdeki gürültüdür.Savaşlar tarihine bomba tesirlidir..
Utanmayı yoğunlaştırırsak mutluluğu patlatırız.
Utanmayı örgütleyelim!
Utanma duygusu inkara gelmeyen bir histir. Bu hisle, kişi utancıyla yüzleşmekten kaçınamaz..İnsanı böyle politize etmek , çabamızı boşa çıkarmaz.Garanti sonuca götürür.
Ranta açık olmayan biricik duygumuzdur bize kalan.Çünkü ,sahibi tarafından bile sömürülmeyecek kırıntıdır ,utanmak..Kırıntılarımızı birleştirelim.Utanma derneklerini kurarak utanmazları azaltalım.Sayıca ve nitelikçe eksilsinler.Ayıptır!
Utanma derneklerinin işleyiş tarzına, utananlar karar verir.Bu oluşum,dünya genelinde utanma dernekleri konfederasyonuna dönüşebilir.
Soyumuza çok ağır gelir,yoksa,”utanma partisi”ni önerecektim.Bu kadarı da fazla olur,insanı ezer.
Gitiğimiz evin penceresinden dünyaya bakarız.Savaşın içinde savaşın penceresinde bakıyoruz.7 günde ise barışın penceresinde bakma şansına kavuşacağız.Şimdiye degin böylesi penceremiz olmamıştı.Gözümüzü bu pencereden mahrum bıraktık.Yıllardır nahoş şeyler gördüler ve bizi göremeyecek boyutta bıktılar.Gözlerimiz yorgundur,7 gün dinlendirelim.
Utanmak bir erdem degildir.Öze dönüşün çagrısıdır.Utananlar mı yücedir yoksa utanmazlık mı?Sorusunun degerler sistemindeki yeri, hayatın gerçekliğine bağlıdır.Hayata yüklediğimiz anlamlarla yaşamın anlamını besleriz.
Neden utanmak zorunda kalalım?Utanmak bir keramet midir?Utanmazlar haysiyetsiz midir?Çocuklar  neden utanmıyor?Çocuklar haysiyetsiz midir?
Ayıpsız davrananların herhangi bir utançla karşılaşmaları beklenemez.İnsani degerleri çiğnemeksizin sürdürülen hayatların ayıbı olmaz.Ortak degerlere sorumluluk duygusuyla yaklaşıp, bireysel mutluluğunu kimsenin alehine dönüştürmeyenlerin utanma duygusuna yakalanmaları mümkün degildir.Çünkü, vicdani rahatsızlık yaratmazlar kendilerine.Utancın güzergahından geçmezler.İnsani suç işlemeyenlerin utanmasına gerek yoktur.Beri yandan barışa duyarsızlıkta bir insanlık suçudur.Hem dünya barışana hemde kendine çalışan, hayatına özgün anlam katar.
Coşkunun yoluna ayıp uğramaz.Çocuksu coşku insana aykırı degildir.Özgün bir aykırılıkla mutluluğa sahip çıkar çocuklar.Bunda utanç yoktur.Çocukları ayrımcılıktan uzak tutan samimiyetdir.Bundan ötürü girişkendirler.Medeni cesarette sınırsızdırlar.
Utancın sınırını belirleyen çiledir.Elem ve çileye sebep olmak utançtır.Utancı savunanlar utanmazlar.Yabancılaşanlar, insana ve degerlerine karşı utanma duygusunu taşımazlar.Bunu komik karşıladılar.
Öyleyse utanç sınırı utanmazlığı tanımlar.Tanımlama, zıt iki duruma tekabül eder.Utanma duygusunu yitirenler utanmazlar,birde,utanca bulaşmayanların utanmasına gerek kalmaz..Biri hayata düşmanlık besler digeri  hayata dostluk katar.  
 Tercihim,hayata dostluk katan utanmazlıktır..Barışı bu yüzden seviyorum.Savaşı utanç görüyorum, neşeye ve mutluluğa yakışmaz.
Savaşan utanmazları utandırarak uyarmalıyız.Utandırmak caydırıcı bir yaptırmdır.Ağır cezadır.Bireysel sevinçler uğruna seyirci kalmak, kimsenin onurunu onaylamaz.Varlığımı onaylamak için savaşlara düşmanım.
 Bu insanlık ayıbının üstesinden gelebilecek kabiliyetteyiz.Yeter ki utanalım!Seyirci kalmayalım.
 7 günlük tecrübe dünyanın zeka düzeyini yükseltir.Yedi milyar kafa barış üzerine yoğunlaşacak!Düşünsenize,  yaratıcılığı nasıl körükleyeceğiz.İnsan dehasına ortam sağlarsan  zeka, sınır mı tanır ?
Siz, insana güvenmiyor musunuz?
Ben ,insan bedeni üzerindeki kafaya güvenirim.Ondan bir adet de bende  var,bundan emin konuşuyorum.
 Kolayın, kime zararı olur?.Zararı olan şeyi ne vakit kolay gördük?Lambayı bulan,motoru,ve interneti hayatımıza katanlar ne güçlük çıkardılar bize?Dikkatinizi çekerim!hayatımızı kolaylaştıranları ,dahi diye vasıflandırıyoruz.O buluşları yaratan zeka düzeyinden geri oluşumuza rağmen onlara “dahi” diyebiliyoruz.Neden?Çünkü yaşantımızı rahata çıkarırlar. Biri,dünya yörüngesine Jüpiteri yakınlaştırıp yaşam eksenimizi sıkıntıya süren  bir buluşa imza atsa ,dünyanın tüm iğrenç küfürlerine muarız kalır.Zira, hayatın dengesini bozar. Onun zekasına sempati duyulmaz.Fakat,tank,top,biyolojik silahların mucidi övgü kazanabiliyor.Savaşlar kanıksandı,ondan.Bizi zorlayanları hayretle aklıyoruz!
Savaş, insanın aptallık düzeyini kanıtlar.Aptallıktan ötürü insan beynine güvenimiz kalmadı.
Vicdan ve haysiyeti ortak ölçü yapacak kadar gelişemedik muhalesef.Tek ortaklığımız barış duygusudur.Savaşları bu yüzden istemiyoruz.Ortak duygumuzun gereğini somutlamak içindir bu.
Beynimizle kötülük kalbimizle iyilik yaparız.Neden?İkisini faydalı kılamaz mıyız?
Duygularımızın sorumluluğunu taşımalıyız.Duygularının sorumluluğundan kaçanlar hayatı yaşadıklarını mı sanıyorlar?
 Çevremizde ve gündelik hayatta karşılaştığımız her insana,barışa yaptığı katkıya göre yaklaşmalıyız.Evrensellikle barışık olmayanların neyi caziptir?
 Yürek sorumluluk duyunca beyin gereklerini sağlamalı. Bunu başarmadık işte.Utancım budur.Barışa yetmemek te bir utançtır.Bu utancı hepimiz taşımıyor muyuz?Alt tarafı,savaşmayacaktık.Bu konuda yetersiziz işte.
Utanma dernekleri bu yüzden gereklidir.Kendimizi horlamak için degildir,hele insandan  tiksinmeyi uyandırmak asla degildir.Buna mecburuz.Utanma üzerine yayın organlarını çıkarmak ve gidişatın önüne geçmek durumundayız.Haysiyetimizi kurtaracağız.
Utanmayı aktifleştirelim,pasiflikten çıksın.
Utanmak yoksayımın alarmıdır.İnsanı yoksaymaya karşı ikaz eder.Yoksayımın yönünü düşmanlığa çevirelim.7 gün düşmanlığı yoksayarak yaşayalım.
Bireysel ilişkilerimde   utandırmayı yaptırım olarak uyguladım.İnsanlığımı öyle güvenceye aldım.Utanmayı dünya adalet sitemine dönüştürelim.Utandırma cezası yargı olsun.
Saldırganları utandırarak misilleme yaparız,öylece, kansız yaptırım  ve caydırıcılığa kavuşuruz.
Şiddetin  araçlarını işlemez kılınca, mantığını çözebiliriz.Dünyadaki silah sektörünü  para karşılığında sahiplerinden satın alıp imha edeceğimizi hayal ediyorum.Gerçekten yola çıkarak düşe yaklaşırız.Bu seçeneği denemek ortak motivasyon sağlar.Motivasyon için etkilidir bence.Para toplayalım…Birleşmiş Milletler örgütü aracılığıyla silah sektörünün patronlarıyla pazarlığa gireriz.
İmkansız mı?
Okun icadından evvel ,insanın kendi soyunu öldürmesi de imkansızdı.Teknik mucizelerle binbir öldürme biçimini uyguluyoruz.Zor olan imkansızlıkları başarmışken ,kolay olan başarılar neden imkansız olsun?
Büyükler olarak, para toplamaktan utanıyor muyuz?
Kolayı var.Çocukların eline kumbaraları tutuşturalım.Kapı kapı dolaşıp,seyircilik barış suçudur,duyarsızlık insanlık suçudur,desinler.
Onlar, utanca bulaşmadıkları için medeni cesaretleri fazladır.Utanmaya ihtiyaçları yoktur.Utanması gerekenleri etkileyince ,dünyaca utanmayı başaracağız.
Hafızamız bir ilki yaşayacak.Dünyaca bir adım olduğundan,  yolumuzu evrensel hafızaya doğru döşeriz.
 Yaratıcılığımız gelişir.Yararlı başarıların sahibi olarak incinmediğimiz için incitmeden sürecek mutluluğumuz.
 Barışık insanların ortak yaşamından evrensel bilgi derleyeceğiz.Evrensellik budur zaten.Dünyaca yaşanılan  ve yaşatan ortak bilgi evrenseldir.Hafıza ortaklığına kavuştuğumuz için ,yerel ve bölgesel hafızadan sıyrılmış olacağız.Global hafızaya erişeceğiz.Dünya barışına dair izlenim ve deneyimimiz olur.Evrensel bilgi birikimi kodlanır beynimize.Kalıtımla yeni nesillere ulaşır.Geçmişin genetik kodları beynimizi işgal etmiştir.Utanmayı bu yüzden anımsamıyoruz.7 günde genetik kodlara veri hazırlayacağız.Dünya barışı sorunsal olmaktan çıkar.
Karşıtlığa sürüklemeyen ilişki kültürüne başlarız.Kolayın peşine düşeriz,nerde saklanmışsa bulup yaşantımıza sokarız.Kolayı evcilleştireceğiz.Bizden ürkmesini engelleriz.Hayvanları evcilleştirmedik mi?Kolayı da öyle alıştırırız kendimize.
Belalı başarıların mutsuzu olacağımıza, belasız başarıların mutlusu oluruz.Neler başaracağız,kim bilir?
 İki yüz yıl evvel petrol derdimiz mi vardı?Günahsız biri moturu icat edince, petrole ihtiyaç duyduk.Bulduk buluşturduk.İhtiyaç duyunca her şeyi yaratıyoruz.Nedense ,barışı bir ihtiyaç görmeye yanaşmıyoruz.Kaybetmekten korkuyoruz.
 Oysa, silah sanayine yatırım yapanlar  bu sermayeyi barış sektörüne aktarabilirler.Yeni üretim ve iş alanları gelişir.Metelik zarara uğramadan servete servet katarlar.Aklımızın ve hayalimizin almadığı mucizeler gelişir.Belki de mucize alay konusu olur,o günkü zekaya.Ebeveynlerimiz bir mektup için postacıların yolunu gözlerdi.İnterneti kim hayal ederdi?
Fakat ,barış hepimiz için mucize olma vasfını  taşıyor hala.Bu mucize için zekamızı zorlayalım işte.Barış,zekamız için  deneme sınavıdır .Yaşantımızı da etkiler,kişiliğimizi de.
İlişkilerimize barışı hakim kılınca bunun tekniği kendiliğinden ürer.Sektörü de oluşur.Farklı yatırım alanları açılır.Zenginler gene servetlerini artıracak.Ölüm sektörü aşılınca tüketim imkanları ve isteği zenginleşir.Uzay yolculukları şimdiden tartışılıyor.Bu konuda kitle ulaşım araçlarına kavuşacağımızı  neden kestirmeyelim?Silah sektörü bu alana yönelirse ne kaybedecek?
Yaralı bir halkın mensubu olarak,adı(Kürtçede Dızgun,Türkçeye Düzgün olarak yazılmış ) anadiliyle çağrılmayan biri  sizinle barışıyorsa ,siz hangi gerekçeyle benimle barışmıyorsunuz?
Yaşantımın son 14 yılını daha evvelden öykü kitaplarında okusaydım,Dünya bitmiştir!,diyecektim.Nasıl yaşadığımı siz tahmin edin!
 Bunu başarmak aklınıza nasıl geldi?
Beni vicdanında  incitme,ey insanlık!
Görmek istediğim dünya bu degildi.
Görmek istemediğim dünyayı yaşatıyorsun bana.Hak ettiğim dünyayı görmek ve yaşamak istiyordum oysa.
  Beni vicdanıma kıstırdınız,kendi vicdanımda yaşıyorum sadece.Bu dünyaya katılamıyorum.Katılmak istediğim dünyada yaşamak istiyorum.
İnsan olmayı bir ceza gibi yaşamayalım,insan olmayı kolay yaşayalım.Biribirimize hayat olalım,ölüm olmayalım.
Bana katılmak istermisin?
Zulmünü anlatırken seni incitmemenin her yolunu denedim..Derdin ne senin?Sende ömürlük bir canlısın bende,tafran kime?Ne hakla dünyamızı ölüm cennetine çeviriyorsun?Yukarda utanmayı anlattım,payına düşen sana kalmıştır.Anlatmak zorunda degilsin.
Global düşünürsek ,geçmiş yaşantımdan dolayı tüm dünyayı suçlu görüyorum. Global utanmayı  bu yüzden savunuyorum.Dünyanın bir köy olduğunu siz ballandırarak anlatınız:Öyleyse,köylülerimi mutlu görmek istiyorum.Bir köylümde sensin.Köylünle neden barışmıyorsun?Global utancı nasıl savunabiliyorsun?
Barış anlayışınız nedir?Merak ediyorum.
Benim yaşadığım dünyada neden huzursuzluk çıkarıyorsunuz?Kimseden hayat istediğim yoktur,hayatımın önünde çekilin lütfen! Kişi başına bir dünya düşseydi ,gezegenimi lütfen terk edin,diyecektim.Muhalesef  birer dünya payımıza düşmüyor,tümümüzün payına bir tanedir.Rica ediyorum!Payıma  savaşı bulaştırmayın.Sizin payınızdan payıma da sıçrıyor.
 Bu gezegen üzerinde sahip olduğun tüm haklara bende sahibim.Çevre suçunu ben işlemedim.Tüm dünya hakkından caysa bile ben hakkımdan caymam.Kendime tanıdığım haklar sana tanıdığım haklar kadardır.Ticari haklarına kimse dokunmaz.
İnsanlıktan çıkmayı cesaret mi sayıyorsunuz?
Öldürmeden  yaşamak ta mümkündür.Bunu neden denemeyelim?Ayıp degil mi?
 Hayatı doğru yaşamadık.Yaşayan canlıyız ama,hayatı yanlış yaşıyoruz.Biribirinizi öldürüyoruz.Hafızamızın genetik kodları  yeni nesillere şiddeti ve öldürmeyi aktarır.Bu hafızayı çözecek her yolu sınamalıyız.
 Dünyada suçlu insan görmüyorum,dünya barışını bilmeyenleri görüyorum.
Şiddet bitince ,dünyada hepimize yetecek kadar mutluluk çıkar ortaya.
Evrensel hafıza öldürmezliği garantiler.Şiddetsizdir.Soy güdüsünü ulus aşamasından uluslar üstü aşamaya evirir.Büyük hamledir bu.Ulusların tarihi karılacak.Ulussuz tek ulus olur gezegenimiz.Geçmişe bir bakın!toplumların tarihi ne kadar karıştı biribirine.Kaynaşmanın önündeki engelleri neden savunuyoruz?Ortak yaşama hakaret ederek iç savaşlara katılmak duygularımızı onarır mı?Barışsız yaşayan toplumları kim ciddiye alır?.Ciddiye alan utanca gömülür.Ve utancın işbirlikçisidir.
İç savaşları yaşayan toplumlarda zeka geriliği maksimum sınıra varır.Mutlu eden savaş var mı ki,zeka düzeyini yükseltsin?
Mutluluğumuz zeka düzeyine göredir.Zeka düzeyi barış düzeyine eşittir.IQ testi gerçekçi   degildir,aldatmacadır.Barış testi daha sağlıklıdır.Bir insana “zeka düzeyi yüksektir” demek yerine ,”barış düzeyi yüksektir”demek ,daha hayatidir.Savaşanların aptallık düzeyi yüksektir.
Sadakat denilen güvence barış bağıdır.Kim düşmanına sadıktır?Aidiyet kusurları zeka özürlü yaptı bizi.Soy güdüsünün yıpranması zeka geriliğine sebep oldu.
Zekamıza yol açmak için utanalım.Utanalım ve utandıralım;utandırdıkça utancımız eksilir.Utancız ve çevremiz utancımızdır.
Utandırma politikasıyla seyirci kalanları aktif barışçılığa teşvik ederiz.Dürüstlük gelişebilir öylece.
Utanmayı bildiğim için yalanı utanç sayıyorum.Tek tük söylediğim yalanlara, dünya beni zorlamıştır. Ne hakla bana yalan söyletiyorsunuz?Sizin acılarınıza bulaşmak zorunda mıyım?Neden yalancınız olayım?Dünyanın bu görüntüsünü hak etmiyorum.Görmeyi hak etmediğim bir dünyayı bana gösteriyorsunuz,ayıp degil mi?Gözlerimden utanıyorum.Görmek istedikleri dünyayı onlara bulamadığım için utanç içindeyim.Gözlerimi mi çıkarayım?
Yalanı çözmek için”dürüstler derneği”ni kurmaya var mısınız? Bu kuruluşu tüm dünyada gerçekleştirecek sayıda dürüst bulabilir miyiz?.Zorunuza mı gidiyor?
Hafta sonları ,utanma derneğinden çıkıp dürüstler derneğine uğrarsınız.Dürüstlüğün ön şartı utanmaktan geçer.Utanma devriminden geçmeyenler dürüstlüğü anlayamazlar.
Duygularımızı örgütlemenin yolu olarak her duygunun karşılığına denk  özgün dernekleşmeyi düşünüyorum.Başka da çare bulamıyorum.Siz  bulun!
 Barış soy güdüsünün ihtiyacıdır.Bu yüzden barışa politik yaklaşmak çözümleyici degildir,iç güdüsel yaklaşım hayatidir.Çünkü iç güdüsel duygular politik duygulardan daha sağlıklı ve  yapıcıdır.Nasıl ki 20 yüzyılda cinseyet güdüsü günceleşerek sürükleyici olduysa çagımızın güdüsü de soy güdüsüdür.Cinsiyet güdüsündeki ilerleme soy güdüsünün kırılmalarına takılarak tıkandı.İki güdünün somutunda başkası yani insan vardır.He iki güdü biribirini ketlemiştir.Her ailede barış olsa dünyada savaş olmaz. Soy güdüsünün güncel sorunlamasıyla  çağımızın ufku açılır.
Politik düşüncelerin sağlığı bozulmuştur iç güdüsel düşünceler sağlıklıdır.
Savaş politik depresyondur.Savaşan taraflar depresyonun hengamesinden sıyrılamazlar.Mevcut politik düşünceler hastalıklıdır.
İnsanın doğasını yani ham yanını politize etmenin dışında sürükleyici olamayız.Diger duygular çatışmalarla aşındı.Samimiyetini yitirmişler.Utanmanın istismar edileceğine dair kuşku olursa,”Vicdanlılar derneği”ve “Haysiyet derneği” önlem olarak kurulabilinir.
Vicdan çağrı beklemeden geldiği için kolay istenir.Vicdan çağrı beklemez.Eger kendini göstermiyorsa olmadığı içindir ,kendini saklanmaz.
Bizi bu halde görmek zoruma gidiyor.Dibe vurduk.
En dip sınırı anlatmaya kalkarsak,”vicdan derneği” ve”haysiyet derneği”ni tavsiye edecektim.Fakat gücüme gidiyor,soyumu bu halde görmeye ve bu tür derneklerle uyandırmaya layık görmek istemiyorum.Kediler kendi aralarındaki sorunları nasıl çözerler?Ya fareler?Peki,ya yılanlar?
Siz !türümü anlayamıyorum.
Türlerin iç barışını örnek alsaydık,insan  katili olmazdık.Şiddetten  arınmış hafıza, yaratıcı bilginin yaratıcısıdır.Giderek, evrensel hafızanın insanlık olduğu anlaşılacaktır
Dünya barışı,ikinci yerleşim dönemine geçiştir.Birinci dönemde,  yerleşik hayata geçtik.Bu kültür  istismar edilerek zamanla şiddete evirildi .
2.yerleşim dönemi , yerleşik hayatı barıştırmayı hedefler.İki dönem arasındaki zaman aralığı, insanlığın lanet dönemidir.Soy güdüsünün kırılma evrelerini kapsar.
Lanetlik olmaktan sıyrılalım mı?Soy güdüsünü evrenselleştirmeye var mıyız?Utanma devrimini yaşayacağız.İlk kez utanma devrimini gerçekleştireceğiz.
Ulus üstü insana doğru yol alalım mı?7 gün deneyelim,birlikte yürümezsek ,herkes yoluna ayrılır.7 gün ulussuz yaşayacağız…evrensel insan olacağız.Hayırlı başarı sağlayabiliriz,kim bilir?
Hayırlı ve belasız başarılara kendimizi layık görmüyor muyuz?!
Neye layıkız sahiden?Hayatım!liyakatımız nedir ?Şaştım kaldım..
Barışa layık olamaz mıyız?
İnsan olmanın ayıpları fazla degildir aslında.Şiddet ve barıştır.Neden biribirmizden barış istemek mecburiyetinde kalalım?
Barışın vicdanında mahkum olursam ,kendimi affetmem.Siz affeder misiniz kendinizi ve beni?Biz dürüstler derneğini kurmaktan aciziz,nasıl affedeceksiniz bizi?
Dünyaca affımız nedir?Kim ve nasıl affedecek bizi?
7 gün af olalım mı?.Affedelim kendimizi ve dünyayı…Utanmayı bildik mi affı da ögreniriz.
Bağışlayıcı olmayabilirisiniz.Belki birileri sizi affediyor,bundan habersizsiniz.Kendinizi affedilmeye de mi layık görmüyorsunuz?.Utancı mı savunacaksınız?
Barış bizi affetsin!Bu duayı kendimden esirgemeyecem.Dinler bu duaya katılmadıkça,hayatı destekleyemezler.Tanrıya götüren en güzel yol budur.Barış affederse Tanrı da affeder.
Dünya barışını destekleme düzeyine gelirsen,Tanrı, seni cezalandırma gerekçesi bulamaz!
Affetmemek mutsuzluğun sonucudur.Mutsuz insan kendini bağışlamaz,kendini mutlu edememenin suçluluğunu duyar.Bunun dışavurumu olarak , çevresine bağışlayıcı davranmaz.
Mutluluğunu kaybeden kişi, onurunu da kaybeder.Mutluluktan utanın,ona saygınız olsun.Mutsuzluk utanç degil midir?
Mutluların kimseyle hesabı olmaz.Dünyayı, görmek istedikleri gibi algılamak isterler.Dünyayı görme anlayışımızda bozukluk var.Dünyayı görme anlayışımızı onu, nasıl görmek istediğimiz belirler.
 Dünyayı görme anlayışımızı düzeltelim önce.Bütün mesele  “seni sevmiyorum”u seviyorum biçiminde anlatmaktır.Savaşanları sevmeyelim!
Öldürmek yakışmıyor insana!
 SAVAŞANLARI SEVMİYORUM!
BARIŞI SEVİYORUM
SAVAŞANLARI SEVMİYORUM!
BARIŞI SEVİYORUM
SAVAŞANLARI SEVMİYORUM!
…………………………………….
Barış hayati bir sorundur siyasi sorun degildir.Yemek-içmek,uyumak,cinsellik,uyku ve ögrenmek gibi hayatidir siyasi degildir.Barış soy güdüsünün ihtiyacıdır,huzuru sağlar.Şiddet bitince ,dünyada hepimize yetecek kadar mutluluk çıkar ortaya.Evrensel akrabalık kabul görülür ve dünya akrabalığı savunulur.İnsan olmak sorun olmaktan çıkar.Aile soy güdüsünün güvencesi olduğu için vazgeçilmez önemdedir.Her ailede barış olsa dünyada savaş olmaz.
Savaşanlar, insan beynine hakaret ediyorlar.İnsanın en degerli organını yani beynini silahların  gölgesinde ezdiler.
Savaş insani bir ihtiyaç degildir,yaşam için bir ihtiyaç olamaz.
Savaş budalası olacağımıza barış dahisi olalım!Kafamıza güvenmiyor muyuz?Barış,zekamızı  yoğunlaştırarak bombadan daha etkin patlatır.Ayıplamak,atom bombasından daha tesirli olacak.Bunu 7 günde  kanıtlayabiliriz.
Savaşan ülkeleri protesto edelim.Utanmazlık protesto edilince,ayıplamanın caydırıcılığı benimsenir.
Savaşanlar, dünyanın zeka düzeyini düşürme suçlusudur.Zekayı geriletmek zeka suçudur.Şiddet zekaya karşı işlenmiş cürümdür.”Uluslararası zeka failleri ve cürümleri mahkemesi” kurulmalıdır.Zekanın  meçhul  failleri  aptallığın içinde gizleniyor(kafamızın failleri gözümüzün önünde durmazlar, kafamızın içinde gizlenirler).Savaş zeka cürümüdür,zekaya işlenmiş toplu katliamdır..Zeka suçu işliyoruz hepimiz,yalan mı?
En büyük insanlık suçu insan zekasına karşı işlenmiştir,diger suçlar bundan peydahlanmıştır.
Savaşlarla öldürülen yaratıcılığın dökümü yapılmalıdır.Aptallığın muhasebesi yapılmak zorundadır.Aptallıktan dolayı Homo Spiens türünün aklına barış ötesi düşünceler gelmez.Aptallık engellenmeden insanlık suçları engellenemez.
 Bütün insanlık suçlarının anası aptallıktır.
İnsanlığı aptallığa sürükleyenler zamanla  kendileri de aptallaşır .Dünya barışı konusunda insanlık yeniktir ,barışı henüz kazanmamıştır.Barış duygusuyla barışılmamıştır.
Aptallık çağımızın vebasıdır.İnsanlar aptallığından dolayı barışamıyor, barışın savaştan daha yararlı olduğunu bilmemek aptallık degil midir?İnsanlar aptallıklarını kabullenmeyecek kadar zeka geriliğine tutunmuşlardır.
Bütün askeri ekollerde “mantığın bittiği yerde şiddet başlar”anlayışı genel kabuldur.Bilerek mantıksızlığı(şiddeti) sürdürmek aptallığın gerçek tanımıdır.Aptallık tercih edilen bir durumdur.Bundan ötürü yaşamın raconu olarak korunup revaca çıkmıştır, çözülmesi zaman alacaktır.İnsanlara aptal olduklarını göstermezsek kendilerini  zeki  görmeyi sürdürecekler.Bu budalalığın önüne geçmek gerekir.Aptallıkla mücadele etmeliyiz.Tıp hayat kurtarıyor politika öldürüyor.
 Aptallığa karşı mücadele derneklerini kurarak aptallığı teşhir etmeliyiz.Antiaptallık(Aptallığa karşı mücadele )derneklerini yaygınlaştırıp şiddetin mantığını çözmeliyiz.Aptallık acıları aklar.İnsan huzuru bulamadan vicdanlı olmaz.Acının içindeki insan vicdanını dinleyemez,acısının sesini dinler.Aptallık şiddetin felsefesidir.Mutsuzluk şiddete sürükler,kimse mutluluktan dolayı şiddete gitmez.
Antiaptallık derneklerinin işlevi,bilinci duygulara yaklaştırmaktır.Bilinçte duygu kanalları açılırsa ruhsal bütünlüğe kapı aralanır.
 Einstein bile aptaldı.Öncelikli olarak insanın hareketini çözmeden maddenin hareketini çözmeye kalkışmak büyük tehditlere sebep olmuştur.Doğanın en tehlikeli canlısı olan insanı önlemeden ,maddenin hareketindeki  ürünler ve degişimlerle uğraşmak sakıncalıdır.Tehlikeli bir yaratık için maddeyi ve tekniği keşfetmek aptallıktır.Einstein bu tehlikeyi görmedi,maddenin izafiyetini kavradı fakat insanın izafiyetiyle uğraşmadı .İnsanı çözmek maddeyi çözmekten daha öncelikli olmalıydı.
Bilim ,dünya barışı konusunda insanlığı çaresizliğe alıştırdı.
Bilim insanlığını yitirmiştir(insanlıktan çıkmıştır),insanlığını kazanmamış demek daha isabetlidir.Dünyadaki bütün savaşlar bilimin suçudur.Bilim aptallık bilgisiyle egitiyor.İnsan bilimden evvel de düşünüyordu,insanın düşünce doğası bilimin kıskacında sıkıştırılmıştır.
Rüyama giren ak sakallı bir falcı :
“-Siz insanların ortak bir cini var, adı bilimdir.Hepinizi bilim çarpmış.
 Bilimin katli vaciptir.
 Bütün bilimleri sokakta birlikte yakalasam,kitle imha silahıyla katlederdim.Birlikte gezmedikleri için kurtuluyorlar.Yalnız dolaşarak ömür uzatıyorlar.
 Düşünceyle saldırsam ,hakkımda ”düşünce yoluyla hakaret davası”açıp ,yüksek kaliteden muhatap oldukları sanılacak.
 Doğrusu dengine göre davranmaktır.Psikolojinin partnerini  aldatacaktım,matematiğin eşini bir hiçle avutacaktım,hukukun kızına haksızlık edecektim,yaşıma uygun olsaydı kimyanın teyzesini yörüngeme kaçırırdım,ekonomiyi komşusunun gözü önünde fahişeliğe sürüklerdim(öylece fahişelik biterdi),medyanın halasıyla kaçamak yaşardım,ben gripken sağlık bilimlerinin kızıyla tatile çıkardım,astronominin nişanlısıyla uzayda dügün yapardım,filolojinin ablasıyla görücü usulü evlenecektim,felsefenin karısını kandırıp yüzüstü bırakacaktım,sosyolojinin yanaşmasından hiç hoşlanmadım,teknik bilimlerin yengesini görüşmeye çağırıp randevuya gitmeyecektim(bunu günlük tekrarlardım),politikanın metresini göz göre göre tavlardım.
Başlık parasına karşı açlık grevi yapacaktım.
Böylece namus davası gibi düşük kaliteden davalarla muhatap olduklarını gösterip düzeylerini teşhir edecektim.”,”İnsan dahisi ol ki insanın acısını anlayasın”bağırtısıyla uyandım.Kocamış adamın bedduası bana mıydı?Bilmiyorum.
Bu rüyayı neden gördügümü bilim çözsün.Bende ona yardım ederim.Bilim insanı yaparken çok yanlış yapmış.Ben olsaydım doğrusunu yapardım,barış ötesi insanı yapardım.
Bilim insanı bilmiyor, bilseydi barıştırmasını da bilirdi.Eger barışı bilip kendine saklıyorsa insan degildir.
Barışı bütün bilimlerin üstünde degerli görmüyorsanız barışın degerini bilmiyorsunuz.
Bilim barışı kendinden daha önemli ve üstün bilmiyorsa insanın degerini bilmiyor.
Bilim dünya barışını bulmuş mu?Ne şişkinip duruyor!
Bilimin tüm mucizeleri barış mucisesinin yanında kırıntısı etmez.
Bilim barış konusunda bütünlemeye kalmıştır,okulundan mezun olamamıştır.Siz buna hayat okulu deyin.
Siz bilimi bilmediğiniz için degil bilim sizi bilmediği için bu haldesiniz..
Bilimin mağduruyuz.Yerleşik hayata geçmekle insan kendini hep abartı ,bunu bilimle sürdürdü.
İnsandan barışı talep etmek insanlık için bir utançtı.
Dünya barışı konusunda tüm insanlar cahildir.Nasıl bir şey olduğunu kimse bilmiyor.İnsanın barış bilgisi savaş bilgisinden daha fazladır ve daha çok kurumlaşmıştır.Askeri okullar her ülkede var fakat,barış okulu hiçbir ülkede mevcut degildir.İnsanın doğası henüz siyasallaşmadı ,yalancı hali siyasallaşmıştır.Bundan ötürü politikaya yalan sanatı denmiştir,insanın doğasını siyasallaştırmakla politika doğallık kazanır.Hayatı siyasallaştıracağımıza siyaseti hayatlaştırırız.
Barış akedemilerinin (Üniversiteleri)kurulmasını önermek saçmalık mıdır acaba?Her askeri okula karşılık bir barış okulunu istemek lüks mü gelecek?BM örgütü bu konuda ne düşünecek?Bu sorunsalı aptalıkla birlikle tartışmak istiyorum.
İnsanlara yapılacak tek güzel iyilik ,   aptal olduklarını  onlara göstermektir.
Dünya barışını sağlamadıkları için  bizden önceki kuşakların tümü aptaldı.Bizden sonraki kuşaklarınsa bize aptal deme hakı saklıdır. Dünya barışını yaşamamış herkes aptaldır.
Aklıyla kendini hayvandan üstün sayan insan ,insanı öldürerek ikna ediyor.Nede olsa iki ayaklıydı.İşte!aptallığın filmi.Seneryosunu ben yazmadım ama her gün izliyorum.
Barışı kişisel güncel bir sorun olarak gündemleştirmeyenlerin yaşama sevincinden kuşku duyarım.
 Şiddetten cayınca,zekamız yaratıcı bilgi üretir. Barışı yaşayan ülkelerin düzeyine bakın!Zeka ,huzurla kerametlidir.Huzursuz zeka ölümcül düşünür.Mutsuzluğun zekasını neden taşıyorsunuz?
Beyin sorunsalını yaşıyoruz.Beynimiz barışık degildir.Barışık olsaydı, soy güdüsünün sesini duyardı;beynimizin kulakları sağırdır.Yerleşik hayata başlamakla hep ellerimizi ve bedenimizi kullandık.Şiddet zekanın tercihi degildir,bedenin tecrübesidir.
Bedenin tecrübesine kapılarak zekayı bedene feda ettik.
Beynimizi yargılayalım.Sorunsal olmaktan çıksın.Vicdanı bitiren beyindir,vicdan beyni kösteklemez.Vicdan soy güdüsünün ruhudur.Ruhumuzu sevelim.7 günü ruhumuza çok görmeyelim.Aradığımız tüm kutsallıklar barışın içindedir.
 Hayatımız ,yaşadığımız zaman demektir.Uzunluğu ve kısalığından ziyade, haz alarak yaşamak güzeldir.Dokunmadan neşeleniriz.7 gün haz vereceğiz hayata.Fazla zaman degil bu.Bir tiryakinin yılda, sigaraya ayırdığı toplam zamandan daha azdır(her sigaraya 10 dakika ayırdığını varsayalım).Kini ve nefreti ömür boyu taşıyıp yaşantımızı zehirleyeceğimize ondan sıyrılabiliriz.Bir intikam için yıllarca savaşan insanlar,gruplar,partiler,ülkeler ve devletler vardır.Savaşmaya onca zaman ayırtacağımıza 7 gün savaşmamaya ayıralım.
Zamanın felsefesini yapmayalım.365 günün 7’sini çıkarınca 358 gün eder.358 günün ağırlığını bir haftada atarız.Hafifleriz.
7 günün kaç dakika ,saniye ve salise,an ettiğini bilmem?Siz bilirsiniz ama?
 280 günü annemizin karnında geçirdik.7 günümüzü barışın doğuşuna ayarlayamaz mıyız?O, hayata başlamanın arifesiydi..Doğmak için sabırla katlandık.Dünyayı, orası kadar huzurlu yaşayabiliriz.Çoğumuzun boşa harcadığı vakti olmuştur.Hayatımızın tüm boş vaktini toplarsak 7 günü aşmaz mı?
Öfkeye ve garaza kaptırdığımız günlerin sayısı,sevinç ve neşeye verdiğimiz zamandan daha fazladır.Yanılıyor muyum?
Biribirmizi üzmek için mi yaşıyoruz.?7 gün neşelenmeye vakit ayıralım.Çok hoş olur dünya.
Katıldığınızı düşünerek hayal edin.Dünyanın gündemi ne olacak sizce?
Televizyonlar,internet , gazeteler ve diger iletişim araçları   ne söyler ne yazarlar?Dünyanın gündemi ne olur?Bence barış komasına gireriz.Hoşluktan onu terk etmeyeceğiz.İnsan hoşlandığı şeyi terk etmez,degil mi?
Hoşluk sarhoşu oluruz..Geçmişin adını anmayabiliriz,aptallığımızı hatırlatacak çünkü.Bir yanımızı belirtmek isterim,biz gündemin etkisene kapılırız.Hayvanları
bilmem,gündemleri nasıldır,diye merak ta etmem.Önceliğim kendi soyum olan insan gündemidir.Onları da severim fakat aidiyet duygum sizedir.İnsan olmayı sevmiştim,bu sevincim terk etmez beni.
Tirajikomik geçmişi unutarak şakalaşırız.Her espirinin gerçeği olduğu gibi,gerçeğin espirisi de vardır.Gerçeğin espirisi olacağız.Espiri yapmayağız,esprinin kendisi olacağız.Gördüğümüz her kişiye”şakam geldi”diyeceğiz.Biribirimizi şaka olarak algılayacağız. Gidene üzülmeyeceğiz,her yanımız şaka doludur.Herkes “şakaya benziyor”diyeceğiz.
7 gün şakalaşalım mı?Kendimi şakaya yakıştırıyorum ve şakalaşacak sizlere de.7 gün bir haftadır ve yılın 1/52 sidir.51 hafta yıllık işlerimize yeterde artarda.Utanma devrimini yaşa ve yaşat!
Kolay budur işte!böylesi daha kolay degil mi?
Herkes utanma devrimini gerçekleştirse utancımız biter. Şiddeti terk ederek yaratıclığın yönü barışa yönelir.
Birer şaka gibi yaşayacağız.
Ölen için “bir şaka öldü” deyip, şakanın kaybına üzüleceğiz.Anneler ne şakalar doğuracak sonra.Çocuk sahibi olma isteğini soy güdüsü doğurur.Şakanın güdüsüdür bu.
Çocukların sevilme nedeni,barış duyguları örselenmemiştir.Bu yüzden kolayca sokulup barış gibi okşanmak isterler.Coşkuları neşenin kalbidir.Dünyanın çocuksuz halini düşünürseniz,barış aklınıza gelmez.Onlara hakaret ettiğimiz için liyakat sorununu yaşıyoruz.
Çocukluğumuzu düşürdük,yere attık.Dönüp el atarak kaldırmayı düşünüyor musunuz?Onu hayatımızdan uzaklaştırarak utanca battık.
Çocukluğumuzu kendimize yaklaştıralım.Hayatın şakasına kavuşuruz.
Hayat barışın doğduğu yöne bakar.Ve sonsuz yaşam barışın içindedir.
Ufo denilen varlıklar belki de, ölümsüzlüğün sırrını biliyorlar.Gezegenimizdeki şiddetten ürküyorlar.Bizimle iletişim kurmaktan korkuyorlar. Ufolara bir şans verelim mi?Güzel bir espiri degil mi?
İnsan gerçeğin espirisidir aslında…Espiri gerçeğin degişiminde ortaya çıkar,yeniliğin olmadığı yerde espiri mi olur?.
Hafızamız kavgalıdır.Şakaya dönüşmeden kavgalı hafızayı aşamayız.
Beni şakacınız olarak ta düşünebilirsiniz.Düş bitince kendi kendime gülmeyi bırakır,birlikte şakalaşırız.
Hayatı siyasalaştırmak yerine siyaseti hayatlaştırmak gerekir.Hoşlanmamak bir haktır.İnsanlar hoşlanmama hakını kullanırsa her şey hoş olur.Dünyanın bu durumu kimin hoşuna gider?
Hepimiz güzeliz aslında çünkü hepimizi güzel görmek istiyorum.Yenişmeli tarihin biteceği zafersiz bir yaşamın hayalidir bu.Dünya barışını yaşayacağıma eminim.
İnsan aklını fark etiği günden beri hep yenerek kazanmıştır, öylece duygularını bastırdı,barışarak kazanmayı ögrenmedi.
Yenerek kazanmak yerine barışarak kazanmayı dene!
 Sevincini ne kadar çok insanla paylaşırsan o kadar insansın.Sevincini dünyayla paşlaşırsan bir dünyasın.
Hayatı kolay yaşarız,hayat zor gelmez.Zekilikten bile bıkacağız.İnanın buna.Eskitiğimiz elbiselere baktığımız gibi zekiliğe yaklaşacağız.Ona tenezül etmeyeceğiz.Çünkü evrensel hafızada düş kovulmuştur.Şakanın hafızasına kavuşmuşuz.
Şaka düşü kovar.Kolay düşün !Kolay barış! kolay yaşa!
Kolay başarıları sevmeyenler aptallaşır.
Barışın felsefesi düşündürmekten ziyade eglencelidir.Üzenlerle eglendirenleri aynı kefeye koymayalım.Çağımızın filozofu popçulardır ve Sahakira evrensel bir filozoftur.Barış mantığının dinamiği eglencedir savaş degildir.Üniformalı kahramanlar hayatı öldürürken eglencenin kahramanları hayatı yaşatıyorlar.Uğruna çile çekilen hiçbir felsefede hayat yoktur.Barış, mutluluk felsefesidir ve  mutluluk bütün felsefelerden daha degerlidir.
Hayatı bağışlıyalım!
Bırakın dans etsinler bırakın mutlu yaşasınlar, öldürmesinler ve ölmesinler!
Bir şaka gibi yaşamak istiyorum.Espirinin olmadığı şeyde ciddiyet olmaz ve ciddiyet samimiyettir sadece. Benim felsefem düşünmeden yaşamaktır,ben kolaycıyım.Barışı istemekle kimseye iyilik etmiyorum,barış ötesi toplum istiyorum.Baştan beri konuyu getirmek istediğim nokta budur.
Barış ötesi toplumu düşünerek barışın degerini küçültürüz ,öylece naz etmeden basitleşir onu, kolay elde ederiz. Bir şeyin ötesini istersen berisi kolaylaşır ve barış beri gelir.Barışseverler barışı oldukça şımartılar.
Barışseverler için barış bir amaçtır ama barış ötesi topluma göre  araçtır.Amaç insanın uzağındadır  araçsa yakınındadır.Böylece barış amaç konumundan  araç derekesine düşer.Bir şey amaç olunca insandan uzaklaşır araçsa yakınlaşır.Barışa kurulacak en etkili psikolojik tuzak budur.Bu yöntem barışa karşı psikolojik savaş yöntemidir.Barışa karşı psikolojik savaşı kazanınca tüm savaş yöntemleri son bulur.Barışın degerini barışın gözünde düşürünce  barış kendi gözünde insandan sonra gelir.
Barışın anlamını  barışsız yaşayan günümüz insanın degerine düşürürsek barışı aşarız.
Barış savaşa minnetardır çünkü savaş durduğu için barış gelir ama savaşın barışa minnetarlığı yoktur.İstediği zaman başlar.
Savaş olmayan yerde barış istenmez.
Barış bir yanılsamadır.Barış başladığı yerden ve günden  itibaren başlar  geçmişe etkisi yoktur,geçmişi barıştırmaz ve onarmaz.Barışın bir iyiliği yoktur.Barış gelen kadar savaş işini bitirmiştir.Savaş gitiği için barış gelmiştir,savaş gitmeden barış gelmemiştir.
 Barışı fetişleştirmek  dünya barış anlayışını yanılsamalı etkilemiştir.Bu yüzden dünya barışına tabu gibi yaklaşılır.Barışı teşhir etmek gerekir.
Savaş olmazsa barış olur.
Barış ,ihtıyaç duyulduğunda gelmeyen şeydir.Ve gelen her barış geçikmiştir.İnsanlar ölümden bıktığı için savaşı bırakıyor,savaşları durduran barış degildir ölüme doyumdur..Barış erdemli olsaydı ölüm başlamadan önce gelirdi(vaktinde gelen barış olmamıştır).Barış ötesi toplumda barış gündemden düşer  çünkü savaş ötesi insana geçilmiştir.Saygısızlık bile insanlık suçudur.
 Barış ötesi dünya barışı aşan insana yol açar.Barış ötesi insan, evrensel hafızayla yaşayan kişiliktir.Barış ötesi dünyada soy güdüsü uluslarüstü evrensel aidiyete kavuşmuştur.
Utancımız bitince utanmaya gerek kalmayacak.İstesek te utanamayız,coşkun yaşarız..
Öylece insanın sözlüklerdeki karşılığı şaka olarak degişir.Bilim ötesine geçeriz ve bilim ötesini yaşarız.
7.günden sonra bilim ötesine coşarız.

Bu bir şakadır.




 SON
Teknık buluslar barıs kadar gereklı degıldır.
Bilim barışı gerekli gormuyor gorseydı coktan bulmustu.duguları orgutleyerek bılınc ve güdülerin butunlugunu saglarız.bılınc hadınden fazla orgurlendı nasırlastı

Düzgün Gökhan      
 Dokunarak degıstırmenın vaktı gecmıstır dokunmadan degstırmenın gerceklıgındeyız

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız işin teşekkür ederim.

  FIRTINA GELİYOR! “Amerikan Federal Bankası Fed faiz artışı yaparak fırtınayı başlatacak” diyenler var. İçerde açıklanacak faiz oranı i...