8 Kasım 2025 Cumartesi

Bilinçli Evrim: Devrim Kavramının Yeni Paradigması

 



Özet

Bu makale, tarihsel materyalizmin “devrim” kavramını çağdaş bilimsel ve düşünsel gelişmeler ışığında yeniden ele almaktadır. Modern fizik, bilişsel bilimler ve dijital toplum kuramı; değişimin yalnızca maddi koşullarla değil, gözlemci bilincin yönelimiyle de şekillendiğini göstermektedir. Bu bağlamda “bilinçli evrim”, hem toplumsal hem bireysel dönüşüm süreçlerinin yeni kuramsal çerçevesi olarak önerilmektedir.

1. Giriş

Klasik tarihsel materyalizm, toplumsal değişimi üretim biçimleri ve maddi ilişkiler üzerinden açıklar. Karl Marx’a göre, “insan bilincini belirleyen toplumsal varlıktır.” Ancak 20. yüzyılın sonundan itibaren bilgi kuramı, sistem teorisi ve kuantum fiziği alanlarında ortaya çıkan yeni bulgular, gözlemcinin gerçeklik üzerindeki etkisini tartışmaya açmıştır. Bu durum, “maddi belirlenim” anlayışının mutlak olmadığını, bilincin de dönüşümün etkin bir unsuru olabileceğini göstermektedir. Dolayısıyla “devrim”, artık yalnızca dışsal bir sistem çöküşü değil, bilinçsel bir paradigma değişimi olarak da değerlendirilebilir.

2. Devrim ve Evrim Arasındaki Diyalektik

Evrim, toplumsal ya da biyolojik düzlemde birikimli değişimdir; devrim ise bu birikimin niteliksel bir eşiğe ulaşmasıyla ortaya çıkan sıçramadır. Bu diyalektik ilişki, doğa yasaları kadar toplumsal yasalar için de geçerlidir. Ancak evrim, yalnızca kendiliğinden bir süreç değildir. İnsan bilinci, seçimleri ve yönelimleriyle evrimin hızını ve yönünü değiştirebilir. Bu noktada kuantum gözlemci etkisi önemli bir metafor sağlar: Bir sistemin gözlenme biçimi, onun durumunu değiştirebilir. Toplumsal süreçlerde de benzer bir olgu geçerlidir — farkındalık, yeni davranış kalıpları ve yeni kurumlar yaratır. Dolayısıyla bilinç, toplumsal evrimin pasif değil, aktif bir bileşenidir.

3. Bilinçli Evrim Kavramı

“Bilinçli evrim”, bireylerin ve toplumların kendi gelişim süreçlerini farkındalıkla yönlendirmesi anlamına gelir. Bu kavram, hem Marx’ın diyalektik materyalizmi ile hem de modern sistem teorisi ve bilişsel bilim ile kesişir. Çünkü her iki yaklaşım da insanın hem özne hem nesne olduğunu kabul eder: İnsan, tarihi yapar ama koşullarını da tarih belirler. Dijital çağda bu diyalektik daha görünür hale gelmiştir. Bilgi, enerji ve üretim biçimleri artık sadece fiziksel değil, bilişsel düzlemde yeniden üretilmektedir. Bu nedenle devrim, artık üretim araçlarının değil, bilinç araçlarının dönüşümüyle tanımlanabilir.

4. Devrimin Yeni Alanı: Dijital ve Bilişsel Sistemler

21. yüzyılın “sessiz devrimi” dijital ağlarda yaşanmaktadır. Veri, algoritma ve yapay zekâ sistemleri, insan davranışını ve toplumsal örgütlenmeyi yeniden biçimlendirmektedir. Bu süreç, klasik anlamda bir devrim değildir; çünkü görünür bir yıkım yoktur. Ancak bilgi üretim biçiminin kökten değişmesi, Marx’ın tarif ettiği anlamda bir “üretim ilişkileri dönüşümü”dür. Dolayısıyla günümüz devrimleri, artık sokakta değil; bilinçte, değerlerde ve dijital ağlarda gerçekleşmektedir. Bu dönüşüm, “bilinçli evrim” sürecinin tarihsel karşılığıdır.

5. Sonuç

Devrim ve evrim, birbirinden bağımsız süreçler değil, aynı dönüşümün iki yönüdür. Evrim sürekliliği, devrim eşik aşımını temsil eder. Ancak modern bilimsel ve bilişsel perspektif, bu sürecin yalnızca maddi değil, bilinçsel bir boyutu da olduğunu göstermektedir. Bu nedenle geleceğin devrimi, “bilinçli evrim” biçiminde ortaya çıkacaktır: İnsan, kendi bilincini dönüştürerek hem toplumu hem doğayı yeniden kurma kapasitesine sahiptir. Gerçek devrim, bilincin evrimidir.

7 Kasım 2025 Cuma

Dijital Güç Ağları, Yankı Odaları ve Dayanışmanın Mücadelesi — Günümüzde Nasıl Bir Strateji Gerekli?


 

Giriş:

Dijital çağda siyaset, teknoloji ve medya arasındaki ilişki yeniden tanımlanıyor. Özellikle büyük teknoloji şirketleri ile siyaset kurumlarının yakınlaşması, yalnızca ekonomik veya inovasyon bağlamında değil; algı, iletişim ve dayanışma açısından da yeni dinamikler yaratıyor. Bu makalede, bu kesişimin “yankı odaları”yla nasıl bir ilişkisi olduğuna ve özellikle dayanışma temelli projeler için ne tür stratejik çıkarımlar yapılabileceğine odaklanacağız.

Bölüm-1: Teknoloji ve Siyaset Kesişimi

  • Trump-teknoloji şirketleri örneği: Büyük teknoloji aktörlerini Beyaz Ev’de ağırlama, AI stratejileri, yatırım vaatleri. LSE Blogları+1

  • Bu buluşmaların yalnızca teknoloji politikaları değil, aynı zamanda algı yönetimi ve gündem kontrolü açısından da okunabileceği.

  • Şirketlerin devletle yakın ilişki kurarken, kendi platformlarını ve dijital varlıklarını da bir güç unsuru olarak kullanabilme potansiyeli.

Bölüm-2: Dijital İletişim ve Yankı Odaları

  • Araştırmalar, sosyal medya ortamlarında benzer görüşlü kullanıcıların bir araya geldiğini ve farklı görüşlerle etkileşimin azalabildiğini ortaya koyuyor. Cambridge University Press & Assessment+2PMC+2

  • Bu durum toplumsal dayanışmayı zayıflatabilir çünkü ortak değerlerin oluşması için farklı görüşlerin karşılaşması, çatışması ve yeni sentezler üretmesi önemli.

  • Algoritmaların bu süreci nasıl desteklediği/engellediği hâlâ tartışmalı ama yankı odalarının etkisi ihmal edilemez. SpringerLink+1

Bölüm-3: Dayanışma Temelli Projeler İçin Stratejik Çıkarımlar

  • Dayanışma, yalnızca proje yapmak değil, ortak değer etrafında ortak hareket etmek demektir.

  • Dijital ağlarda ‘aynı görüşlüler’ döngüsünden çıkmak için:

    • Farklı sosyal medya platformlarında yer almak

    • Çeşitli demografik ve bölgesel gruplarla irtibat kurmak

    • Eylem odaklı içerikler sunmak (örneğin birlikte üretim, kamu katılımı)

  • Değerlerin görünür olması, paylaşılması ve tartışılması gerekir. “Vicdan”, “eşitlik”, “şeffaflık”, “umudun yeniden inşası” gibi temalar somut eylemlerle desteklenmeli.

Sonuç:
Dijital çağda dayanışma kurmak, yalnızca içerik paylaşmakla bitmiyor. Siyaset-teknoloji gücüyle şekillenen iletişim ağlarını kavramak; yankı odalarını, platform algoritmalarını ve sosyal medya dinamiklerini dikkate almak gerekiyor. Ancak bu şekilde, “çıkara dayalı değil, değer temelli” bir dayanışma modeli inşa edilebilir — senin vizyonun olan bir bütünlük, kapsayıcılık ve sürdürülebilirlik açısından kritik.

14 Ekim 2025 Salı

Borç Ekonomisinin Son Perdesi ve Gerçek Dönüşümün Eşiği




Finansal analist Sarthak Ahuja’nın küresel borç sisteminin nasıl çöktüğünü aşağıda anlatıyor.

"Temel soru şu:

Nasıl oluyor da dünyanın ekonomik devleri —ABD, Çin, Hindistan ve Avrupa ülkeleri— iflasın eşiğinde borç içinde yüzüyor? Bu paralar kime borçlanılıyor, neden ödenemiyor ve sistem buna rağmen nasıl ayakta kalıyor?"

Ahuja’ya göre çarkın başlangıcı 1970’lere uzanıyor.

- O yıllarda ABD, doları altın standardından kopardı. Böylece “istediği kadar para basma” sistemine geçti.

- Basılan para altyapı ve kalkınma yatırımlarına aktı, ardından halkın cebine girdi.

- Halk bu parayı bankalara yatırdı.

- Bankalar ise bu mevduatları krediye çevirdi; yeni yatırımlar için devlete tahvil karşılığı borç verdi.

- Devletler, 10 yıllık vadesi dolan tahvilleri ödemek için yeni tahviller çıkardıkça borç stoğu katlanarak büyüdü.

- Sistem şuna döndü: Daha fazla para → daha fazla borç → daha yüksek enflasyon → daha kırılgan ekonomi.

 

 

Ve bu çark 50 yıldır dönüyor.


Bugün dünyanın toplam borcu 300 trilyon dolar, küresel GSYİH ise yalnızca 100 trilyon dolar civarında.

 

 

Matematik net: Bu borcun ne anaparası ne faizi ödenebilir!


Hükümetlerin üç seçeneği kaldı:


. Daha fazla para basmak → Enflasyon ve kaos.

. Vergileri artırmak → Toplumsal huzursuzluk.

. Daha fazla borç almak → Artık kimse borç vermek istemiyor.


Ortada para çok ama insanlar paralarını artık bankalarda değil, farklı borsalarda ve riskli varlıklarda tutuyor.


 Bankalarda devlete borç verecek kaynak kalmıyor; bu da klasik borçlanma kanalını tıkıyor.


Eh, yukarıdaki üç seçenek de riskli.

 

 

Sonuç: Devletler sıkıştı, sistem şişti!


Ve belki de tam bu yüzden devletler, halkları sahte savaşlar, yapay gündemler ve ekonomik sis perdesiyle oyalıyor."


Ahuja’nın analizi küresel sistemin ekonomik çöküşünü doğru tarif ediyor.
Ama bana göre mesele sadece finansal değil, insanlığın değer sisteminin iflasıyla ilgili.

1970’lerde doların altınla bağının kopması, sadece para politikasındaki bir değişiklik değil; insanın üretimle, emekle, anlamla bağının kopmasıydı.
O günden beri dünya “gerçek değer” yerine “gelecekteki vaatleri” finanse ediyor.
Devletler borçla büyüyor, bireyler borçla yaşıyor, şirketler borçla dönüyor.

Ortada dönen şey para değil; güvensizlik.
Ve o yüzden artık hiçbir şey sürdürülebilir değil.

Bu çarkın sonunda sistem kendi kendini yutuyor:
Daha fazla para → daha fazla borç → daha fazla enflasyon → daha fazla kırılganlık.
Bu sadece ekonomi değil, bir medeniyet krizi.

Ama her çöküş bir başlangıçtır.
Yeni dönem, merkez bankalarının değil, yerel üretim kapasitesine sahip toplulukların dönemi olacak.
Gerçek değer, sermayede değil; üretim, paylaşım ve dayanışmada yeniden tanımlanacak.

Sistemi yukarıdan değil, aşağıdan yukarıya yeniden kurma zamanı.
Belki de ilk kez, insan ekonomisi yeniden insanla başlayacak.


M. Şahin Candaş
Mimar | Sistem Tasarımcısı | Yeni Dönem Ekonomi Gözlemcisi

 

 


31 Ağustos 2025 Pazar

Türkiye: Lider Toplumunun Tarihsel Sürekliliği ve Birey Toplumuna Geçiş İhtimali

 Giriş


Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısına dair en dikkat çekici özelliklerden biri, halkın kendi iradesini doğrudan ortaya koymak yerine liderler etrafında şekillenmesidir. Bu, sadece günümüz siyasetine özgü bir durum değil; Osmanlı’dan günümüze uzanan bir tarihsel sürekliliğin sonucudur. Aynı zamanda dış baskılar ve küresel dengeler de bu kültürü beslemekte, birey-toplum olma ihtimalini zayıflatmaktadır.



---


Tarihsel Kökenler


Osmanlı


Osmanlı toplumu, bireylerden çok tebaa kavramı üzerine inşa edildi. Devlete sadakat esastı; halkın siyasal özne olması söz konusu değildi. Padişah ve saray, mutlak otoritenin sembolüydü. Bu yüzden halkın davranış biçimi de “liderin arkasına dizilmek” oldu.


II. Abdülhamid Dönemi


Merkeziyetçi anlayış, Abdülhamid ile zirveye ulaştı. Liderin hem siyasi hem dini meşruiyetle “koruyucu” konumlanması, halkın bireysel inisiyatifini daha da geri plana itti.


Cumhuriyet’in İlk Yılları


Cumhuriyet modernleşmeyi beraberinde getirdi, fakat yine tepeden inme bir liderlik üzerinden. Atatürk karizmatik bir figür olarak toplumda köklü değişiklikler yaptı. Ancak bu dönüşüm halkın talebinden çok, liderin vizyonuyla gerçekleşti. Bu, birey toplumu yönünde değil, lider toplumunun modern versiyonu yönünde bir gelişmeydi.


1950 – 1980 Arası


Menderes, Demirel, Ecevit, Erbakan gibi liderler etrafında kitleler kümelendi. Kurumların değil, kişilerin belirleyici olduğu bir siyaset kültürü oluştu.


1980 Sonrası


12 Eylül Darbesi, toplumu siyasetten uzaklaştırdı. Lider kültü daha da pekişti. Turgut Özal, ardından 90’ların lider figürleri ve nihayetinde Erdoğan bu geleneğin devamı oldu.



---


Dış Baskıların Rolü


Türkiye’nin lider toplumu olmasında sadece iç tarihsel koşullar değil, dış baskılar da etkili oldu.


Emperyalist güçler: Osmanlı’dan beri Türkiye, Batı ve Rusya’nın rekabet alanı oldu. Bu durum “güçlü lider bizi korur” algısını pekiştirdi.


Soğuk Savaş ve NATO: Türkiye, ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında kalırken, siyaset halktan çok liderler üzerinden şekillendi.


Küresel finans ve jeopolitik baskılar: IMF, AB, ABD ve enerji politikaları Türkiye’de halkı lider arkasında toplanmaya itti.


Ortadoğu krizleri ve göç: Dış tehditler, “lider merkezli güvenlik” arayışını sürekli yeniden üretti.




---


Lider Toplumu – Birey Toplumu Karşıtlığı


Lider toplumu: Halk, sorumluluğu liderlere devreder; yanlışları görse bile ses çıkarmaz, güçlü kimse onun yanında durur. Cesaret bireysel değil, topluca lider arkasına sığınıldığında ortaya çıkar.


Birey toplumu: Halk, kendi karar ve sorumluluklarını üstlenir. Liderden bağımsız eleştiri, kurumsal işleyiş ve katılım ön plandadır.



Türkiye’nin yapısı ağırlıklı olarak lider toplumu özellikleri taşımaktadır.



---


Birey Toplumuna Geçiş Mümkün mü?


Tarihsel miras, bu dönüşümü zorlaştırıyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve günümüze kadar gelen gelenek, toplumun birey olma kapasitesini bastırdı. Dış baskılar da sürekli olarak “güçlü lider” ihtiyacını pekiştirdi. Ancak imkânsız değildir.


Gerekli Koşullar:


1. Yerelden başlamak: Mahalle, semt ve yerel inisiyatiflerle katılım kültürü geliştirmek.



2. Eğitimde dönüşüm: Ezberci değil, eleştirel düşünceyi teşvik eden bir sistem.



3. Dijital-demokratik platformlar: Liderden bağımsız, halkın doğrudan söz söyleyebildiği meclisler.



4. Kurumların güçlendirilmesi: Gücü kişilerden alıp, kurumlara yaymak (en zor ama en kritik adım).





---


Sonuç


Türkiye’de yaşanan gerçeklik büyük ölçüde lider toplumu kültürüdür. Hem tarihsel miras hem de dış baskılar bu yapıyı sürekli yeniden üretmektedir. Ancak birey toplumu olabilmek için küçük ama kararlı adımlar atılabilir. Bunun yolu, güçlü liderlere bel bağlamak değil, bireylerin kendi sorumluluğunu üstlenebildiği, katılımcı ve kurumsal bir kültürü inşa etmektir.

28 Haziran 2025 Cumartesi

Seçilmişlik Mitinden Evrensel Sisteme: Gezen Projeleri ve Yeni Bir Medeniyet Modeli

 Dünya, uzun süredir bir "seçilmişler" sistematiği üzerinden yönetiliyor.

İsrail, kendisini Tanrı’nın seçilmiş kavmi;
Amerika ise Tanrı’nın seçilmiş ulusu olarak konumlandırdı.
Bu inançlar sadece teolojik değil, aynı zamanda siyasi ve sistemsel hegemonya aygıtlarına dönüştü.

Peki, bu yapıların karşısında nasıl bir alternatif kurulabilir?
Türkiye merkezli, evrensel ahlak ve üretim değerlerine dayalı, dışlayıcı değil kapsayıcı bir sistem nasıl inşa edilir?

Bu sorunun içinden çıkmak için önerilen projelerden biri: Gezen Ekosistemi.
Bir bulut sistem... ama aynı zamanda bir mahalle.
Bir pazaryeri... ama aynı zamanda bir değer ağı.
Bir teknoloji projesi... ama aynı zamanda bir kültürel onarım girişimi.


1. Seçilmişlik Sistemlerine Karşı Evrensel Ahlaki Ağlar

ABD ve İsrail, kendi mitolojik altyapılarına dayanarak dünyayı dönüştüren güçler kurdu.
Bu güçler, sadece ekonomik ya da askeri değil, aynı zamanda anlam üreten kültürel makineler oldu.

Gezen sistemi ise “seçilmiş bir kimlik” değil, seçilmemiş ama sorumluluk üstlenmiş insanlara dayanıyor.
Bu fark, tüm sistemin değer haritasını değiştiriyor:

ParadigmaSeçilmişlik SistemleriGezen Sistemi
Kimlik TemeliKutsal kavim / ulusAhlaki sorumluluk, yerel bilinç
HedefiHegemonya, kontrolYaşanabilirlik, adil paylaşım
Dağıtım ModeliMerkezden dünyayaYerelden merkeze, sonra küresele
Katılım BiçimiDışlayıcı / bürokratikKatılımcı, açık ve esnek



2. Gezen Mahalle: Modern Ummah’ın Mikro Modeli

İslam dünyası tarih boyunca genişlemiş ama sistem kurmakta zayıf kalmıştır.
Gezen Mahalle konsepti, bu boşluğu modern dijital araçlarla doldurmayı amaçlar:

  • Yerelde üretimi, paylaşımı ve dayanışmayı artırır

  • Kültürel, sosyal ve ticari alanları aynı sistemde birleştirir

  • Toplulukları hem fiziki hem dijital olarak birbirine bağlar

  • Kurumsallaşmadan kopmuş mahalle ruhunu geri getirir

Bu yönüyle, Gezen Mahalle, bir tür "dijital ümmet modeli" sunar:
Merkezi değil ama bağlantılı, hiyerarşik değil ama organize.


3. Gezen Mutfak, Gezen Pazar, Gezen Franchising: Sadece Ticaret Değil Kültürel İyileştirme

Gezen projeleri sadece birer e-ticaret ya da yemek girişimi değildir.
Her biri, üretimin ve tüketimin kimin değerine hizmet ettiği sorusunu merkeze alır.

  • Gezen Mutfak → Mutfak içi mutfak modeli ile hem ekonomik sürdürülebilirlik hem de mikro girişimcilik

  • Gezen Pazar → Adil dağıtım ve doğrudan üretici-tüketici bağlantısı

  • Gezen Franchising → Sadece marka değil, bir yaşam tarzı ve üretim modeli yayılımı

Bu sistemler, kapitalist zincir modellerine karşı, ahlaki ve sürdürülebilir ağlar sunar.


4. İslam’ın Evrensel Mesajı ile Uyum

Gezen sisteminin alt yapısı; seçilmişlik iddiası yerine, adalet, dayanışma ve tebliğ fikrine yaslanır.
Bu, İslam’ın Kur’an’daki temel çağrısıyla örtüşür:

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık... En üstün olanınız, en takvalı olanınızdır."
(Hucurat 13)

Gezen sistemi de üstünlüğü:

  • Üretim gücünde değil, paylaşım ahlakında,

  • Kapitalde değil, faydada,

  • Ülkede değil, insanlıkta arar.

Bu haliyle Gezen Ekosistemi, seçilmişlik değil çağrılmışlık ekseninde hareket eder.


5. Riskler ve Fırsatlar

🛑 Riskler:

  • Toplumun dijital altyapı ve bilinç düzeyinin yetersizliği

  • Devlet yapısının hâlâ merkeziyetçi ve kontrolcü olması

  • Küresel hegemonların benzer sistemlere karşı müdahaleci tavrı

✅ Fırsatlar:

  • Artan güvensizlik ve sistem yorgunluğu → alternatif sistemlere ilgi

  • Genç nüfus → dijital araçlara açık

  • Kriz zamanlarında yerel sistemler daha güçlü dayanıklılık sağlar

  • Küresel sivil ağlarla birleşme imkânı


Sonuç

ABD ve İsrail, teolojik ve politik seçilmişlik mitlerini hegemonik sistemlere dönüştürdü.
İslam ise evrensel ama sistemleşememiş bir ahlaki çağrı olarak kaldı.
Bugün, bu boşluk ahlak, teknoloji, yerellik ve kültürel bilinçle örülmüş yeni sistemlerle doldurulabilir.

Gezen Projeleri, bu ihtiyaca cevap verecek potansiyele sahiptir:
Sessiz ama etkili, küçük ama anlamlı, yerel ama evrensel bir model.

Artık seçilmiş olan değil, çalışan sistem konuşmalı.
Çünkü gelecek, adaleti kuranlara ait olacak.

Seçilmiş Milletler, Seçilmiş Uluslar ve Evrensel İnsan: Tarihin Kırılma Noktasında Din, Kimlik ve Sistem

Tarih boyunca toplumlar kim olduklarını, neden burada olduklarını ve nereye gittiklerini anlamlandırmak için büyük anlatılar inşa ettiler. Bu anlatıların bazıları “biz seçildik” iddiası üzerine kuruldu. Bu inanç, Yahudilerde “Tanrı’nın seçilmiş kavmi” olmakla, Amerikalılarda ise “Tanrı’nın seçilmiş ulusu” olma algısıyla vücut buldu.

Peki ya İslam?
İslam’da seçilmiş bir kavim ya da ulus yoktur. Tüm insanlık hitap alanıdır.
Ve bu farklılık, sadece bir inanç ayrımı değil, dünya sistemlerini belirleyen bir paradigma farkıdır.




1. Yahudi Geleneği: Tanrı'nın Seçilmiş Kavmi

Museviliğe göre Yahudiler, Tanrı’nın doğrudan yaptığı ahitle “seçilmiş halk”tır.
Bu seçilmişlik, onları özel kılar, farklılaştırır ve bir "korunmuşluk" alanı yaratır.

Etkisi:

  • Tarih boyunca hem içe kapanmayı hem de güçlü dayanışmayı doğurdu.

  • Diaspora bilinci, kimliği her yere taşıdı ama içine kapanık tuttu.

  • İsrail Devleti kurulurken bu seçilmişlik ideolojisi siyasi bir motivasyona dönüştü.


2. Amerikan Protestanlığı: Seçilmiş Ulus Miti

Amerikan kurucu ideolojisi, Protestan kökenli “Tanrı’nın yeni İsraili” anlayışından beslendi.
Yeni Dünya’ya gelen Puritanlar, kendilerini “Tanrı’nın görevlendirdiği halk” olarak gördü.
Amerika bir ülke değil, bir misyondu.

Etkisi:

  • Demokrasi, piyasa, ordu, medya... Hepsi bu seçilmişlik mitini taşıdı.

  • Küresel müdahalelerini “ahlaki görev” olarak gösterdi.

  • ABD’nin modern hegemonyası bu dini-politik kimlik üzerine kuruldu.


3. İslam: Seçilmiş İnsan Yok, Evrensel Davet Var

İslam’da kavim, ulus veya ırk temelli seçilmişlik yoktur.
Kur’an, “Ey insanlar!” diye başlar.
Takva, bilinç, adalet ve ahlak; bireyin değer ölçüsüdür.

Etkisi:

  • Evrenselci bir sistem önerisi sundu.

  • Ümmet kavramı birey-toplum dengesini kurdu.

  • Ama siyasi bir yapı değil, ahlaki bir cemaat oluşturdu.


4. Bu Farklılıklar Ne Doğurdu?

KategoriYahudilikAmerikan Protestanlığıİslam
Temel İnançSeçilmiş kavimSeçilmiş ulusEvrensel insan
SistemKendi halkını koruyan yapıDünya sistemine müdahil yapıAhlaki düzen öneren yapı
Dışa DönüklükKısıtlı ve savunmacıYayılmacı ve müdahaleciDavetkâr ama savunmasız
Modern Etkisiİsrail DevletiABD HegemonyasıDağınık İslam dünyası

5. İslam Neden Geri Kaldı?

İslam geri kalmadı.
İslam’ı sistemleştiremeyen Müslüman toplumlar geri kaldı.

Çünkü:

  • Seçilmişlik mitinden değil, ahlaki sorumluluktan hareket ettiler.

  • Ama bu sorumluluk, kurumsal yapıya dönüşemedi.

  • Cemaat, ümmet, tarikat gibi yapılar toplumsal ama sistemsel değildi.


6. Peki Ne Yapmalı?

Bugünün dünyasında yeni bir sistem kurmak için:

  • Seçilmişlik değil sorumluluk bilinciyle hareket edilmeli

  • İnanç sistemleri devlet ve toplum modellerine dönüştürülmeli

  • İslam dünyası içe değil dışa dönük, üretken ve şeffaf yapılar kurmalı

  • Ahlaki üstünlük, teknik altyapı ve organizasyon gücü ile desteklenmeli


Sonuç

Yahudiler seçilmiş kavim, Amerikalılar seçilmiş ulus olmayı sistemleştirdi.
Müslümanlar ise tüm insanlığa mesajı olan bir dine sahip oldukları halde bunu kurumsal ve siyasi bir sisteme dönüştüremedi.

Ama hâlâ vakit var.

Seçilmiş olmayı değil, kapsayıcı ve adil olmayı seçtiğimizde;
İnsanlığa dayatılan değil, sunulan bir sistem inşa edebiliriz.
Bu sistem bir hegemonya değil, bir medeniyet olur.

5 Nisan 2025 Cumartesi

Trump ’ın Gümrük Vergisi Açıklamaları ve 1913’ün Gölgesindeki Ticaret Düzeni

Yeni Bir Koruma Dönemi Başlıyor mu?

Donald Trump’ın son dönemde yaptığı yüksek gümrük vergisi açıklamaları, küresel ticaretin geleceğine dair önemli soru işaretleri bırakıyor. Birçok ekonomi uzmanı, bu durumu 1913 yılıyla kıyaslayarak, “Dünya 1913’e dönüyor” ifadesini kullanıyor. Peki 1913’te ne oldu? Bugün yaşadıklarımızla benzerlikleri nerelerde bulabiliriz?



---


1913: Serbest Ticaretin Altın Çağı ve Sonrası

1913 yılı, küresel ticaretin en açık olduğu yıllardan biriydi. Ülkeler arasındaki gümrük duvarları düşüktü, sermaye ve iş gücü sınırlar arası hareket edebiliyordu. Dünya, “ilk küreselleşme dönemi”ni yaşıyor ve ticaretin sınırlarını aşmıştı. Ancak 1914’te I. Dünya Savaşı patlak verdi ve bu altın çağ sona erdi. Savaş, ülkeleri içe kapattı, ticaret kısıtlandı, gümrük tarifeleri yükseldi.



---


Bugün Ne Değişti?

Trump’ın son açıklamaları, serbest ticaretin erozyona uğramaya başladığına işaret ediyor. Küresel ticaretin merkezindeki büyük güçlerden biri olarak ABD, artık “Amerikan üretimini koruyalım” diyerek, dışa bağımlılığı azaltmayı amaçlıyor. Ancak bu durum, tüm dünyada karşılıklı gümrük vergileri artışına ve ticaret savaşlarına yol açabilir.


İçerideki üretimi koruma isteği, dışa kapalı ekonomiler yaratma riski taşıyor. Ve bu, sadece ekonomik bir sorun değil, küresel iş birliği, güvenlik ve barış açısından da tehlikeli bir yol olabilir.



---


1913 ve Bugün Arasındaki Benzerlikler

Trump’ın açıklamaları ve geçmişteki küresel ticaret anlayışındaki değişimler, 1913 yılı ile ciddi benzerlikler taşıyor. O dönemde olduğu gibi, bugün de ülkeler arası ticaret daha az güvenli ve daha az serbest hale gelebilir.


Bir kez daha tarih, korumacılığın ve milliyetçiliğin ekonomik krizlere ve küresel çatışmalara yol açma tehlikesini gözler önüne seriyor.



---


Sonuç: Tarihten Alınması Gereken Dersler

1913 yılına dönüş, ticaretin ve küresel iş birliğinin yıkılması anlamına gelebilir. Bu dönemde yapılacak hatalar, sadece ekonomik değil, siyasi ve toplumsal sonuçlar da doğurabilir. Trump’ın açıklamaları bir uyarıdır; geçmişte yapılan hataları yeniden yaşamamak için küresel ticaretin açık ve ortak bir platformda yürütülmesi gerektiğini unutmamalıyız.



---


Seyir Defteri Notu:

Dünya ekonomisinin geleceği, geçmişteki hatalardan ders almak ve daha adil, açık bir ticaret düzeni kurmakla şekillenecek. Şu anki kararlar, 10, 20 yıl sonra alacağımız nefesin uzunluğunu belirleyecek. Bu nedenle her adımı dikkatle atmamız gerektiğini unutmamalıyız.





23 Şubat 2025 Pazar

Tarihin Döngüsü: Modernite Öncesine Bir Geri Dönüş mü Yaşıyoruz?

 

Tarihsel süreçte medeniyetler yükselir, zirveye ulaşır ve ardından dönüşüme uğrar. Günümüzde küresel siyaset ve ekonomi, 20. yüzyılın küreselleşme ve liberal demokrasi düzeninden uzaklaşıyor gibi görünüyor. Peki, bu durum bir tür modernite öncesi yapıya dönüş mü, yoksa tamamen yeni bir çağın başlangıcı mı? Küresel ölçekte devletlerin güçlenmesi, dinî ve kültürel kimliklerin siyasette belirleyici hale gelmesi ve teknoloji şirketlerinin yeni bir feodal düzen yaratması, modernite öncesi dönemin dinamiklerine benzeyen bir yapının ortaya çıktığını düşündürüyor.


Devletlerin Gücünün Yeniden Artışı 20. yüzyılın sonlarına kadar süren küreselleşme ve serbest piyasa ekonomisi, devletlerin gücünü görece zayıflatmıştı. Ancak günümüzde Çin, Rusya, Türkiye gibi ülkeler, devletçi politikalar ile kendi bağımsız güç merkezlerini inşa ediyor.


Çin'in "devlet kapitalizmi" modeli, Batı’nın serbest piyasasına meydan okuyor.


Rusya, otoriter bir yönetim ile enerji ve askeri gücünü kullanarak Batı’ya karşı direnç gösteriyor.


Türkiye, bölgesel güç olma hedefiyle ekonomik ve askeri bağımsızlık politikaları geliştiriyor.

Bu gelişmeler, modern ulus-devletlerin klasik imparatorluklara benzeyen bölgesel hegemonya alanları oluşturma eğilimini artırıyor.



Bloklaşma ve İmparatorluk Benzeri Yapılar Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünya düzeni sona erdi. Şimdi ABD, AB, Çin, Rusya ve diğer bölgesel güçler, dünya sahnesinde imparatorluk benzeri yapılar oluşturuyor.


ABD ve Batı dünyası, geleneksel liberal düzeni sürdürmeye çalışıyor.


Çin, "Kuşak ve Yol" girişimiyle ekonomik nüfuzunu genişletiyor.


Rusya, Sovyetler sonrası eski etki alanlarını geri kazanmak için askeri ve siyasi hamleler yapıyor.


Türkiye, Osmanlı sonrası bölgesinde yeniden güç merkezi olma çabası içinde.



Bu, Orta Çağ'daki çok kutuplu dünya düzenini hatırlatıyor. Büyük imparatorluklar ve devletler, kendi güç alanlarını oluştururken daha küçük aktörler bu yapıların içinde kendilerine yer edinmeye çalışıyor.


Dinî ve Kültürel Kimliklerin Siyasi Etkisi Modernite, sekülerleşmeyi beraberinde getirdiği düşünülüyordu. Ancak günümüzde, kimlik siyaseti ve dinî değerler yeniden ön plana çıkıyor.


Batı’da Hristiyan muhafazakârlığı ve sağ popülizm yükseliyor.


İslam dünyasında siyasal İslam ve geleneksel değerlere dönüş ivme kazanıyor.


Hindistan’da Hindu milliyetçiliği, Çin’de Konfüçyüsçü devletçilik yeniden canlanıyor.

Bu durum, modern öncesi dönemde kilisenin veya diğer dinî otoritelerin siyasi karar mekanizmalarında büyük rol oynamasını hatırlatıyor.



Teknoloji ile Yeni Bir Derebeylik Sistemi? Geçmişte toprak sahipleri (feodal lordlar), siyasi ve ekonomik gücü kontrol ederdi. Bugün ise teknoloji devleri (Google, Apple, Amazon, Tesla gibi) aynı etkiye sahip.


Bu şirketler, devletlerden bağımsız şekilde kendi ekonomik ve sosyal kurallarını dayatıyor.


Bilgi ve veri, yeni toprak hâline geldi ve teknoloji devleri, bunun en büyük sahipleri oldu.


Dijital çağ, modern bir feodalizm yaratıyor: Dijital ekonomide, kullanıcılar birer serf gibi teknoloji platformlarına bağımlı hâle geliyor.



Kapitalizm Sonrası Bir Ekonomik Model mi? Serbest piyasa ekonomisinin eşitsizlikleri derinleştirdiği ve sürdürülebilir olmadığı tartışılıyor.


Çin’in devlet kapitalizmi, devlet güdümlü büyük yatırımları ile kapitalizme alternatif bir model sunuyor.


Rusya, devlet destekli oligarklar üzerinden yönetilen bir ekonomik sistem kurdu.


Türkiye, karma ekonomi modeli ile hem devletin hem özel sektörün kontrol ettiği bir yapı geliştirmeye çalışıyor.

Bu eğilimler, kapitalizm sonrası devlet güdümlü ekonomik sistemlerin güç kazanabileceğini gösteriyor.



Bir Döngü mü, Yoksa Yeni Bir Çağ mı? Bu gelişmeler, tarihin spiral bir döngü içinde ilerlediği fikrini destekliyor olabilir. Ancak geçmişe dönüşten ziyade geçmişin modern araçlarla yeniden inşası söz konusu.


Orta Çağ'daki feodal düzen, dijital çağda teknoloji şirketlerinin kontrolüyle yeniden şekilleniyor.


İmparatorluk benzeri devletler, ulus-devletlerin yerine bölgesel hegemonya kurmaya başlıyor.


Dinî ve kültürel kimlikler, yeniden siyasi söylemlerin belirleyici unsuru hâline geliyor.

Bu nedenle, dünya 20. yüzyıldaki küreselleşme düzeninden uzaklaşarak, daha parçalı, daha devletçi ve daha bölgesel bir sisteme doğru evriliyor.



Modernite öncesi dönemlerin dinamikleri, bugünün dünyasında yeniden şekilleniyor. Ancak bu sadece eskiye bir dönüş değil, yeni bir çağın inşası. Devlet gücünün artışı, imparatorluk benzeri blokların ortaya çıkışı, dinî ve kültürel kimliklerin siyasetteki yükselişi ve teknoloji şirketlerinin yeni bir feodal düzen kurması, tarihin döngüsel doğasını bir kez daha gözler önüne seriyor.


Gelecekte bizi bekleyen soru şu: Bu yeni sistem, geçmişin hatalarına mı düşecek, yoksa tarihten ders alarak daha dengeli bir küresel düzen mi kuracak?




13 Şubat 2025 Perşembe

Ekonomik Durgunluk, Fiyat Artışları ve Çıkış Stratejisi: Arzı Artırarak Dengeyi Sağlamak

Türkiye Ekonomisinin 2021-2024 Arası Geçirdiği Dönüşüm


2021-2024 yılları arasında Türkiye ekonomisi, pandemi sonrası toparlanma sürecinde beklenmedik sonuçlarla karşılaştı. Pandemi sonrası hükümetin sağladığı düşük faizli krediler, halkın büyük kısmı tarafından tasarruf ve yatırım amacıyla kullanıldı. Ancak bu krediler üretime değil, gayrimenkul, altın, döviz ve otomobil yatırımlarına yöneldi.


Bu durumun sonucu olarak:


Konut fiyatları 10 kat arttı, kiralar yükseldi.


Altın ve döviz yatırımları finansal sistemin dışına çıktı.


Bankalar kredi veremez hale geldi, faizler yükseldi.


Enflasyon hızla yükseldi, hayat pahalılığı arttı.


Ekonomik durgunluk başladı, işsizlik arttı, ticaret yavaşladı.



Bugün geldiğimiz noktada, hükümetin enflasyonu düşürmek için uyguladığı politikalar, fiyatları düşürmekten çok ekonomik durgunluğu artırdı. Konut sektörü başta olmak üzere, birçok sektör durmuş durumda ve piyasalarda paranın dolaşımı azalmış durumda.


Peki, bu çıkmazdan nasıl çıkılır? Sorunun temel kaynağına inerek, arzı artırarak piyasalarda dengeyi sağlamak mümkün mü?



---


📌 Sorunun Temeli: Finansal Sistemin Dışına Çıkan 1.5 Trilyon Dolar


Ekonomik veriler incelendiğinde, 2021-2024 arasında yaklaşık 1 trilyon dolarlık konut, 500 milyar dolarlık altın alımı yapıldığı görülüyor. Bu toplamda 1.5 trilyon doların finansal sistemden çekilerek durağan varlıklara aktarılması anlamına geliyor.


Sonuç:


Piyasada yeterli para dönmüyor, ticaret durma noktasına geldi.


İnsanlar zenginleştiğini düşünüyor ama paraya erişimi zorlaştı.


Gayrimenkul fiyatları aşırı yükseldiği için yeni konut alımları durdu.



Bu tablo gösteriyor ki, piyasadaki tıkanıklığın çözümü, bu finansal kaynakların yeniden dolaşıma sokulmasını sağlamaktır.



---


📌 Çözüm Stratejisi: Arzı Artırarak Ekonomiyi Canlandırmak


Bugün piyasalarda yaşanan sorunun temel nedeni arz yetersizliği ve durağanlaşan sermayedir. Talep çok ama arz düşük olduğu için fiyatlar şişti ve ticaret yavaşladı.


Bu noktada uygulanabilecek en etkili strateji hızlı ve düşük maliyetli üretim yaparak arzı artırmak ve fiyatları dengelemek olacaktır.


🔹 Konut Arzını Artırarak Fiyatları ve Kiraları Aşağı Çekmek


Kentsel dönüşüm projelerinde hızlı inşaat sistemleri kullanmak


Modüler ve prefabrik sistemlerle uygun maliyetli konutlar üretmek


Çok katlı konut projeleriyle ölçek ekonomisini kullanmak



🔹 Üretimi ve Sanayi Arzını Artırarak Maliyetleri Düşürmek


Prefabrik ve endüstriyel inşaat sistemlerini yaygınlaştırmak


Toplu satın alma ve büyük ölçekli projeler ile maliyet avantajı sağlamak


Sanayide üretim kapasitesini artırarak enflasyonla mücadele etmek



🔹 Finansal Sistemi Canlandırmak İçin Sermaye Akışını Sağlamak


Alternatif yatırım modelleri (gayrimenkul fonları, kooperatifler) ile sermayeyi piyasaya çekmek


İlave konut satışı ile kentsel dönüşüm projelerinde finansman sorununu çözmek


Düşük maliyetli finansman ve kredi modelleri geliştirerek talebi desteklemek




---


📌 Olası Riskler ve Çözümleri


1️⃣ Talep Artarsa Fiyatlar Tekrar Yükselebilir mi?

✅ Üretimi sürekli artırarak fiyatları kontrol altında tutmak gerekir.

✅ Düşük kâr marjı ve ölçek ekonomisiyle fiyatların stabil kalmasını sağlamak mümkündür.


2️⃣ Halkın Alım Gücü Düşük, Talep Yetersiz Kalabilir mi?

✅ Düşük maliyetli finansman modelleri geliştirerek ödeme kolaylığı sağlanabilir.

✅ Kooperatif modelleri ve devlet teşvikleri ile konut erişimi kolaylaştırılabilir.


3️⃣ Konut Sahipleri ve Yatırımcılar Fiyatları Düşürmek İstemezse?

✅ Yeni projelerle piyasaya rekabet getirerek fiyatların aşağı çekilmesi sağlanabilir.

✅ Devletin desteklediği sosyal konut projeleri ile alternatifler sunulabilir.



---


📌 Sonuç: Ekonomik Tıkanıklığı Çözmek İçin Yeni Bir Denge Kurulmalı


📌 2021-2024 sürecinde Türkiye ekonomisi, düşük faiz politikaları ve güvenlik kaygıları nedeniyle finansal sistem dışına çıkan büyük yatırımlar sebebiyle ciddi bir dengesizlik yaşadı.


📌 Bugün enflasyonu düşürmek için uygulanan politikalar, ticaretin durma noktasına gelmesine ve piyasada büyük bir tıkanıklık oluşmasına neden oldu.


📌 Bu tıkanıklığın çözümü, arzı artırarak fiyatları ve maliyetleri aşağı çekmek, üretimi artırarak ekonomiyi yeniden canlandırmaktır.


📌 Eğer doğru ölçek ve finansman modeliyle uygulanırsa, bu strateji hem konut sektörünü hem de genel ekonomik hareketliliği canlandırabilir.


📌 Sonuç olarak, arzı artırmak ve üretimi teşvik etmek, finansal sistemin yeniden canlanmasını ve halkın refah seviyesinin artmasını sağlayacak en etkili çıkış stratejisidir.



10 Şubat 2025 Pazartesi

Türkiye, Küresel Sermayenin Yeni Döneminde Nasıl Bir Strateji İzlemeli?

 



Küresel Dönüşüm ve Türkiye'nin Konumu

Donald Trump’ın 2024’te tekrar iktidara gelmesiyle birlikte dünya ekonomisinde yeni bir dönüşüm süreci başladı. Küresel sermaye, ticaret savaşları, teknoloji savaşları ve jeopolitik gerilimler doğrultusunda yeni bir strateji oluşturuyor. Türkiye ise bu büyük değişim dalgası içinde ya kendine yeni bir pozisyon belirleyerek güçlenecek ya da küresel rekabetin içinde kaybolacak.

Peki, Türkiye bu süreçte nasıl bir strateji izlemeli? Küresel sermayenin evrim geçirdiği bir dönemde, Türkiye bağımsız bir ekonomi politikası inşa edebilir mi, yoksa küresel sistemin bir parçası olarak mı hareket etmeli?


1. Küresel Ticaret Savaşları ve Türkiye'nin Denge Politikası

ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşı, küresel ekonominin yönünü değiştiriyor. Trump’ın ikinci döneminde:
✔️ Çin’den ithalata yüksek gümrük tarifeleri getirildi.
✔️ Üretim merkezleri Vietnam, Hindistan gibi ülkelere kaydırılıyor.
✔️ BRICS ülkeleri ve Rusya’ya yönelik ekonomik baskılar arttı.

Türkiye bu süreçte ne yapmalı?

🔹 Çin ile Denge Politikası: ABD’nin Çin’e uyguladığı yaptırımlar nedeniyle Çinli şirketler, Avrupa ve Orta Doğu pazarlarında yeni ortaklar arıyor. Türkiye, Çin ile dengeli bir ekonomik ilişki kurarak hem yatırımları çekmeli hem de bağımsız kalmalı.

🔹 AB ile Gümrük Birliği Güncellemesi: ABD-Çin geriliminden etkilenen Avrupa, yeni ticaret ortakları arıyor. Türkiye, Gümrük Birliği’ni güncelleyerek Avrupa ile ticari bağlarını güçlendirmeli.

🔹 Orta Doğu ve Türk Devletleri ile İşbirliği: Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ve Orta Doğu ülkeleri ile yeni ekonomik bloklar oluşturmalı. Küresel sermayenin baskılarından korunmanın en iyi yollarından biri, bölgesel ekonomik ittifaklar kurmaktır.


2. Küresel Teknoloji Savaşları ve Türkiye'nin Dijital Atılımı

Trump’ın 2024 sonrası başlattığı en büyük değişimlerden biri teknoloji savaşları oldu. ABD, Çin’in teknoloji devlerine büyük kısıtlamalar getirerek Batı merkezli bir dijital ekonomi yaratmaya çalışıyor.

Türkiye bu süreçte nasıl bir yol izlemeli?

🔹 Dijital Bağımsızlık: Türkiye, savunma sanayiinde olduğu gibi yazılım ve yapay zeka alanında da kendi ekosistemini oluşturmalı. Yerli çip üretimi, veri merkezleri ve siber güvenlik konularına yatırım yapmalı.

🔹 Bölgesel Teknoloji Liderliği: Türk Devletleri, Orta Doğu ve Afrika pazarlarında yerli teknolojileri kullanarak ekonomik bir alan yaratmalı. Türkiye, Çin veya ABD’ye bağımlı olmadan kendi dijital altyapısını güçlendirmeli.

🔹 Yapay Zeka ve Kripto Paralar: Küresel finans sistemi büyük bir dönüşüm geçiriyor. Türkiye, merkez bankası dijital parası (CBDC) gibi yeni finansal teknolojilere yatırım yaparak küresel dijital ekonomiye entegre olmalı.


3. Küresel Sermayenin Finansal Dönüşümü ve Türkiye'nin Ekonomi Politikası

Küresel sermaye, Trump sonrası yeni bir finansal sistem oluşturuyor. ABD doları üzerindeki küresel hakimiyet zayıflarken, BRICS ülkeleri alternatif ödeme sistemleri geliştirmeye çalışıyor.

Türkiye’nin stratejisi ne olmalı?

🔹 Alternatif Finans Modelleri: Türkiye, dolar bağımlılığını azaltmak için BRICS’in yeni finansal sistemlerine ve İslami finans modellerine yönelmeli.

🔹 Altın ve Dijital Para Rezervleri: Dolar ve euro gibi geleneksel para birimlerinin yerine altın ve dijital varlık rezervleri artırılmalı.

🔹 Bölgesel Finans Merkezi Olmak: Türkiye, İstanbul’u küresel bir finans merkezi haline getirerek bölgesel sermayeyi çekmeli.


Türkiye Küresel Oyunda Nasıl Güçlenebilir?

Trump’ın yeni dönem politikaları, küresel sermayeyi yeni bir evrime sürüklüyor. Türkiye bu süreçte ya aktif bir oyuncu olacak ya da küresel güçlerin politikalarına bağımlı kalacak.

📌 Yapılması gerekenler:
✅ Ticaret savaşlarında denge politikası izlemek.
✅ Teknoloji alanında bölgesel liderlik kurmak.
✅ Alternatif finans sistemlerine entegre olmak.
✅ Bölgesel ekonomik ittifaklar oluşturmak.

Türkiye hem Doğu hem de Batı ile dengeli bir ilişki kurarak kendi bağımsız ekonomik modelini inşa etmelidir. Aksi halde küresel sermayenin yeni sistemine tamamen entegre olmak zorunda kalacaktır.


📢 Sizce Türkiye nasıl bir strateji izlemeli? Yorumlarınızı bekliyoruz!

Trump’ın 2024 Politikaları ve Küresel Sermayenin Evrimsel Stratejisi



Küresel sermaye, tarih boyunca değişen siyasi ve ekonomik koşullara uyum sağlayarak varlığını sürdürmeyi başarmış bir güçtür. Donald Trump'ın 2016’da başlattığı politikalar, küresel ticaret düzeninde büyük değişimler yaratmıştı. 2024'te tekrar başkan olmasıyla birlikte bu değişimler daha da belirgin hale gelmiştir. Ancak burada kritik soru şudur: Trump’ın yeni politikaları, küresel sermayenin kendi stratejisini değiştirmesine mi yol açtı, yoksa küresel sermaye zaten bu evrimi öngörüp ona göre mi pozisyon aldı?


1. Küresel Sermayenin Uyum Yeteneği ve Yeni Dönem

Küresel sermaye, esnek ve adaptif bir yapıya sahiptir. Daha önce finansal krizler, savaşlar ve ekonomik çalkantılar karşısında kendi gücünü koruyacak yöntemler geliştirmiştir. Trump’ın ikinci döneminde başlattığı ticaret savaşları, küresel sermayenin serbest ticaret modelini tehdit ediyor gibi görünse de aslında bu sermaye çoktan yeni modele uyum sağlamaya başlamış olabilir.

Örneğin:

  • Çok uluslu şirketler ABD ve Çin arasındaki gerilimin artacağını öngörerek, üretimlerini Vietnam, Hindistan gibi ülkelere kaydırmaya başladı.
  • Teknoloji devleri tedarik zincirlerini ABD'nin yeni politikalarına uygun hale getirmek için yerel üretime yatırım yapmaya yöneldi.
  • Küresel finans sistemi dolara bağımlılığı azaltacak alternatif ödeme sistemleri geliştirmeye başladı.

Bu durum, Trump’ın politikalarının küresel sermayeyi sarsmadığını, aksine onun bir evrim geçirerek yeni sisteme adapte olduğunu gösteriyor olabilir.


2. Trump’ın Politikaları Gerçekten Küresel Sermayeye Karşı mı?

Trump’ın “Önce Amerika” politikası, ilk bakışta küresel sermayenin serbest piyasa ve serbest ticaret modeline aykırı görünüyor. Ancak küresel sermaye, bu tür milliyetçi politikaları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme yeteneğine sahiptir.

  • Yüksek gümrük tarifeleri ilk bakışta serbest piyasaya zarar veriyor gibi görünse de, büyük şirketler üretimlerini yeni kurallar çerçevesinde yeniden konumlandırarak bundan faydalanabilir.
  • Çin’e yönelik sert önlemler, Batılı sermayenin Çin’den çıkışını hızlandırırken, alternatif pazarlar üzerinden büyümesine olanak sağlayabilir.
  • ABD merkezli üretimi teşvik eden politikalar, zaten Amerikan sermayesi tarafından yönlendirilen küresel şirketlerin yeni yatırım stratejilerine uyum sağlayabilir.

Bu çerçevede, Trump’ın hamleleri küresel sermaye için bir tehditten çok, yeni bir düzenin parçası olarak değerlendirilmiş olabilir.


3. Küresel Sermaye Trump’ı Kullanıyor mu?

Bir diğer olasılık, küresel sermayenin Trump gibi liderleri kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor olmasıdır. Trump’ın 2016’da başlattığı ekonomi politikaları, dünya çapında büyük bir dönüşüm yarattı. Ancak 2024’te yeniden seçilmesi, bu dönüşümün artık küresel sermaye tarafından da kabul edildiği ve hatta desteklendiği anlamına gelebilir.

Kanıtlar:

  • Büyük finans kuruluşları ve teknoloji devleri, Trump’ın ikinci dönemine hazırlıklıydı ve yeni ticaret politikalarına uygun yatırımlar yapmaya başladı.
  • Küresel yatırım fonları, Trump’ın tarifelerinden etkilenmeyecek yeni pazarları ve sektörleri öne çıkarmaya başladı.
  • ABD’nin ekonomik ve teknolojik rekabeti artırma çabaları, büyük sermaye gruplarına yeni fırsatlar sundu.

Bu da gösteriyor ki, küresel sermaye Trump’ı bir tehdit olarak görmek yerine, onun politikalarını kendi lehine çevirmeyi başarmış olabilir.


Sonuç: Küresel Sermaye Evrim Mi Geçiriyor, Yoksa Stratejisini mi Yeniliyor?

Trump’ın 2024 politikaları, küresel sermayeyi tehdit etmek yerine, onun yeni ekonomik düzenine adapte olmasını hızlandırıyor gibi görünüyor. Ticaret savaşları, teknolojik dönüşüm ve jeopolitik değişimler küresel sermayeyi daha güçlü ve esnek hale getiriyor.

Yani küresel sermaye bir evrim sürecinden geçiyor olabilir, ancak bu evrim zorunlu bir dönüşüm değil, bilinçli bir strateji değişikliği olabilir.

Trump ve benzeri liderler, küresel sermayenin yönlendirdiği yeni ekonomik düzenin bir parçası haline gelmiş olabilir mi? 

Bu sorunun yanıtı, önümüzdeki birkaç yıl içinde daha netleşecektir.

Bilinçli Evrim: Devrim Kavramının Yeni Paradigması

  Özet Bu makale, tarihsel materyalizmin “devrim” kavramını çağdaş bilimsel ve düşünsel gelişmeler ışığında yeniden ele almaktadır. Modern f...